Peygamberler Medeniyeti’nden Şeytanlar Siyaseti’ne

SITKI CANEY
Peygamberler Medeniyeti’nden Şeytanlar Siyaseti’ne
 
Sınav insana özgüdür ve bütün zamanlar boyunca insan sürekli, her an sınavdadır.

Dünyada oluşunun şaşkınlığı içinde varoluşunun künhüne varmaya ve yaradılışının hikmetini kavramaya çalışan insan için kadimden beri “peygamberler” hep yol gösterici “nefs ve şeytan” ise hep ayartıcı oldu.

Kendilerine gönderilen peygamberlere uyanlar iyinin, güzelin, doğrunun kısaca mutlak hakikatin yolunda yürüyerek bütün insanlığın onur duyduğu köklü medeniyetler inşa ettiler.

Nefislerine ve şeytana uyanlar ise şeytandan daha şeytan olup yeryüzünü fesada verdiler, bozgunculuk yaptılar ve helak oldular.

Ancak; hakkın hüküm sürdüğü, muhteşem anıtlarıyla peygamberler medeniyetinin pırıl pırıl parladığı günlerden, şeytanlar siyasetinin hüküm sürdüğü günlere geldik.

Yirminci Yüzyıl medeniyetin değil siyasetin yüzyılı oldu, hem de şeytanlar siyasetinin.

Her şeyin odağına siyaset konuldu.

İnsanlığın en vazgeçilmez değerleri siyasete katkıları oranında gündeme getirilerek, çıkar ilişkileri ve iktidar hırsları için sonuna kadar kullanıldı.

Yüzsüzlük ya da bin bir yüzlülük en doğal yanıydı siyasetin.

Kitlelere de bu benimsetildi.

Adam aslında öyle biri değil, bakma sen öyle söylediğine, öyle yaptığına, bunlar siyaset gereği” diyen bakış açısı yaygınlık kazandı.

Hiç bir zaman yerine getirmeyecekleri vaatleri vermekten çekinmediler.

Duruma göre neye ihtiyaç varsa onu vaat ettiler.

Gereğinde sosyal demokrat,  gereğinde milliyetçi, gereğinde dindar laik, gereğinde ılımlı Müslüman, gereğinde yufka yürekli, gereğinde gaddar oldular.

Kılıktan kılığa girdiler.

Para (dolayısıyla çıkarcılık ve bencillik duygusu) en büyük güç oldu ve tanrılığını zımnen ilan etti.

Köleleşen insan yığınlarına dolaylı veya doğrudan hep aynı şey söylendi: Kurtuluşunuz “güç” tedir, güce sahip olmak için de tek yolunuz vardır o da siyasete katılmak, siyasetin kanı ise “para”dır.

Köleleşen yığınlar paraya ulaşmak için bütün değerlerini bütün benliklerini feda etmekten çekinmediler, daha çok çalıştılar ve daha çok çalıştıkça daha çok tüketmeye alıştırıldılar, daha çok tükettikçe de daha çok çalışmak zorundalar.

Tüketim çılgınlığı eşliğinde bu kısır döngü sürüp gidiyor ve hikâyenin başlangıcını herkes unutmuş durumda.

Evet; hakkın hüküm sürdüğü, muhteşem anıtlarıyla, peygamberler medeniyetinin pırıl pırıl parladığı günlerden, şeytanlar siyasetinin hüküm sürdüğü günlere geldik…

Her sabah yeni zulüm haberleriyle uyanıyoruz.

Ama bunlar sıradan haberler olarak veriliyor medyada.

Dünyanın dört bir yanında insanlar ölüyor, öldürülüyor.

Hep mazlum olanlar ölüyor.

Hep gerçeği açıkça haykıranlar, zulme kafa tutanlar ölüyor.

Mazlumlarla zalimlerin mücadelesi insanlığın başlangıcından beri sürüyor ama hiç bir yüzyılda mazlumlar yirminci yüzyılda ki kadar toplu katliamlarla yok edilmedi.

Cezayir’den Bosna’ya, Kafkasya’dan Filistin’e, Kürdistan’dan Türkistan’a kadar, saymaya yüreklerin dayanamayacağı nice katliama tanık oldu bu yüzyıl ve tanık olmaya devam ediyor Yirmibirinci Yüzyıl.

Mazlumların çığlığı duyulmasın diye elinden geleni yapıyor birileri.

Birileri dengelerden söz ediyor, dengeleri gözetmekten.

“Demokrasi ve Özgürlük götürmekten” dem vuruyor birileri.

Artarda ortaya atılan yeni siyaset teorileriyle görünürde dünyanın siyaset kültürü zenginleşiyor, güya farklı hatta karşıt görüşler kendini ifade imkânı buluyor.

Oysa aslında hepimize yaşatılan aynı şey: Ölümlerden ölüm beğen.

Evet, böyle diyor aslında siyasetin patronları ve onların danışman ideologları.

Geliştirdikleri bütün entrikalar, hiç bir temiz vicdanın kabul edemeyeceği alçakça senaryolar hep bu patronluğun sürmesi için.

Bu uğurda her türlü zulmü yapmaktan çekinmiyorlar.

Çünkü onlar saltanatlarının ebedi olduğunu sanıyorlar.

Bir gün öleceklerini hiç düşünmüyorlar.

Tanrıları para ve para gücünün her şeyi, ölümsüzlüğü bile satın alacağını hayal ediyorlar.

Yirminci Yüzyıl medeniyetin değil siyasetin yüzyılı oldu.

Geçmiş medeniyetlerin sisler arkasına itildiği hatta yok edilmeye çalışıldığı bir yüzyıl.

Bu yüzyılda yeni bir medeniyetin varlığından kim söz edebilir.

İhtiraslar, bencillikler, yıkımlar ve giderek yeryüzünü, insanlığı, dolayısıyla kendi saltanatlarını da yok oluşa götüren bir süreç: Şeytanın ve Siyasetin Çağı.

Artık insanlığın bu çürümüşlüğe bu köleleşmeye karşı geç olmadan yapılması gerekeni yapması, kendine gelmesi,  kendini bilmesi gerek.

Şeytanların siyasetine karşı can pahasına da olsa hakkı, gerçeği haykırması gerek.

Ve elbette mazlumun zalimden, haklının haksızdan hakkını alması gerek…

 

26 Temmuz 2009 / timeturk.com

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir