O şimdi Başbakan ve tek başına

SITKI CANEY
O şimdi Başbakan ve tek başına
 
Başımızda kavak yellerinin estiği güzel İstanbul günleri… 78 -79’lu yıllar…

Yanlış hatırlamıyorsam ilk kez İstanbul’da, Fatih’te, Vakıflar Yurdu’nda karşılaşmıştık.18 yaşındaydım henüz, bıyıklarım yeni terlemiş, çiçeği burnunda bir delikanlı, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1. Sınıf öğrencisiydim…

Bize Tekvando- Karate çalıştıran Yılmaz Hoca’mızın ziyaretine gelmişti. Bizden 6-7 yaş büyüktü Recep Tayyip Ağabey. Ama bizden daha heyecanlı, bizden daha coşkuluydu. O günden sonra bir iki yıl boyunca İstanbul Fatih’te değişik yerlerde birkaç kez karşılaştık, başka arkadaşlarla birlikte. Ancak hiç tam anlamıyla birebir tanışamadık… 78 -79’lu yıllar… Daha sonra bir daha hiç karşılaşamadık, kader beni 2003 yılında Ankara’ya düşürene kadar.

Zaman nasıl da çabuk geçiyor, tam 30 yıl olmuş.

Daha dün gibi… Şehit Metin Yüksel’le İstanbul’da Süleymaniye’de Diriliş Kıraathanesi’nde son kez dünya gözüyle görüşmüş, siyaseti, ortamın karışıklığını konuşmuştuk. 79’un ilk günleri, Ocak ayı, kış, soğuk…  Allah bilir kaç yıllık olduğunu, epeyce eskimiş paltosunun cebinden çıkardığı en az 4 günlük olan kupkuru ekmeği çaya banıp iştahla bir yiyişi vardı unutamam.

Zaman nasıl da çabuk geçiyor, tam 30 yıl olmuş.

12 Eylül Darbesi henüz olmamıştı. Partiler, dernekler kapatılmamıştı.

Ancak darbeye gerekçe oluşturan olaylar hızla artıyordu, hayatının baharında insanlar art arda ölüyor, öldürülüyordu.  İdeolojik, siyasi kamplaşmaların iyice yoğunlaştığı bir dönemdi.

Yine yanlış hatırlamıyorsam o zaman Recep Tayyip Ağabey partide çalışıyordu ve belki de bu sebepten parti adına olmayan toplantı, gösteri ve yürüyüşlerde görünmüyordu.

Ben ve bazı arkadaşlarım ise siyasi partilerden hiç birinin diğerinden bir farkı olmadığını, köklü bir sistem değişikliği için öncelikle her bakımdan hazırlıklı ve donanımlı yeni nesiller yetiştirmenin şart olduğunu, ülkenin kurtuluşunun buna bağlı olduğunu söylüyorduk.

Onun için de özellikle gençler arasında oluşturulan kamplaşmanın bir an önce yok edilmesi gerektiğine inanıyorduk. Gençler, kirli siyaset oyunlarına hizmet eden kamplaşmaların değil, ülkenin geleceğine hizmet eden el ele, gönül gönüle kaynaşmanın ve dayanışmanın birer parçası olmalıydılar. Bu düşüncelerledir ki, o zaman hiçbir partide görev almamıştık ve bu yüzden adımız bazı yerlerde muhalife çıkmıştı, bazı yerlerde de radikale…

Bir yandan dergilerde şiirler yayınlıyor, günlük bir gazeteye sinema yazıları yazıyordum.  Bir yandan da arkadaşlarla geceleri hayalimizi, acımızı, öfkemizi, kavgamızı, sevdamızı yazıyorduk duvarlara, sokaklar ve bulvarlar boyunca. Gençliğe birer birlik, kardeşlik çağrısıydı duvarlara her yazdığımız.

Derken,  12 Eylül darbesi oldu. Her birimiz bir tarafa savrulduk.

Kimimiz Şehit Şehmus Durgun gibi veda etti bizlere. Kimimiz okulu bitirip avukat oldu, mühendis oldu, doktor oldu, evlendi, çoluk çocuğa karıştı. Kimimiz hapishanelerde tüketti gençliğini. Kimimiz hızla tırmandı bürokrasinin merdivenlerini. Kimimiz siyasete atıldı, Selami UzunHüsnü TunaHaydar Kemal Kurt gibi…

Kimimiz de belki savrulmayı bir yerde durduramadığından, belki de bile bile dünya ikbaline sırt çevirdiğinden, tutunamayanlardan oldu.

Bizim nesil çok iyi bilir, tutunamayanların kimler olduğunu…

Kimimiz, avukatlık mesleğini bırakmakla kalmayıp bir zamanlar avukatlık yaptığını bile unutmuş, şimdi geçim derdiyle siyasilere ısmarlama konuşma metni, tüccarlara reklam metni, gazetelere köşe yazıları yazıyor.

Kimimiz sonsuzluk tiryakisi, deli, serseri bir şair oldu, kimimiz de devrim yaptırtacak bir sinema filminin çekimine bir an önce başlayabilmek için finans bulmanın peşinde…

Recep Tayyip ağabeyimiz ise hepimizden farklıydı. Kendine has bir dirayeti vardı. Şiiri de bilirdi futbolu da. Hayatı şiir gibi yaşar, futbol maçı gibi yorumlardı. Peygamberler medeniyetini de bilen, dört bir yanındaki şeytanlar siyasetini de gören, dikkatle izleyen biri olarak, siyasetten hiçbir zaman kopmadı, zorunlu kesintiler dışında. Hep siyaset zemininde yürüdü, ama hiçbir zaman Türkiye’de bilinen anlamıyla kıvırma ustası koltuk düşkünü siyasetçilerden biri olmadı. Aslında bir bakıma parti içerisindeki muhalif duruşuyla da bir siyaset adamı olmaktan çok bir medeniyet savaşçısı, bir mücadele öncüsüydü. Ancak ülkenin aydınlık geleceğine uzanan yolun siyasetten geçtiğine inanıyordu ki hep bu yönde mücadelesini sürdürdü, hep siyaset zemininde yürüdü.

Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan cezaevine, oradan parti Genel Başkanlığına ve Başbakanlığa uzanan zorlu bir süreç, çetin bir imtihan…

Ve o şimdi Başbakan, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı.

12 Eylül darbesinden bu yana elbette köprünün altından çok sular geçti. Evrenli, Ulusulu, Özallı, Akbulutlu, Yılmazlı, Demirelli, Çillerli, Erbakanlı, Ecevitli, Sezerli yıllar su gibi akıp geçti.

Nice yeni badirelerden geçti Türkiye, nice acı reçeteler içti. İhaneti de gördü, zulmü de, gafleti de. Afeti de gördü, dayanışmayı da, şefkati de.

Şimdi Güllü, Erdoğanlı yıllar…

Evet, şimdi Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 6 yılı aşkın bir süreden beri Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı ve çok daha ağır şimdi omuzlarındaki yük, çok daha çetin şimdi imtihan…

Yük çok daha ağır, çünkü burası Türkiye, çünkü dünyanın kalbi hala burada atıyor. Çünkü yüzyılların büyük medeniyet birikimi bu topraklarda ve geçmişten geleceğe taşınmayı bekliyor. Dört mevsim aynı anda burada yaşanıyor. Maddi manevi bütün zenginlikler burada, yeniden değerlendirilmeyi bekliyor.

Bu yüzden bütün dünyanın bu topraklarda gözü var. Aç kurtlar gibi bakıyorlar, kabarmış iştahlarıyla. Bir bulanık hava olsa da keyifle saldırsak diyorlar sofraya. Bunun için de her türlü yolu deniyorlar, bazen insanımızı tav ederek,  bazen tehdit ederek. Her türlü yolu deniyorlar, bazen insanımızı paraya, kadına, şöhrete tutsak ederek, bazen akla hayale gelmeyecek tuzaklara düşürerek…

Her türlü yolu deniyorlar, Türk’üyle, Kürt’üyle, Çerkez’iyle, Arap’ıyla bu topraklarda büyük bir medeniyet inşa eden bu Büyük Milletin birliğini, beraberliğini bozmak, inancını, umudunu azmini kırmak için sorun üstüne sorun çıkarıyorlar. Yeniden ayağa kalkmayalım, doğrulmayalım, başımızı dik tutup, etrafımıza gururla bakmayalım diye. Türk-Kürt, laik- dinci, Alevi-Sünni her türlü ayrımcılığı art arda kışkırtmayı deniyorlar…

Her şeyimize müdahale etmeye çalışıyorlar. Vahşi kapitalizmleriyle emeğimize, ekmeğimize; reklamlarıyla, filmleriyle dijital iğvalarıyla gözümüze, gönlümüze, evimize müdahale etmeye çalışıyorlar.

Küresel ekonomik krizden, işsizlikten, Kürt sorununa; din ve mezhep istismarından, laiklikten, darbe anayasasından, başörtüsü sorununa kadar bir yığın meseleyle karşı karşıya bırakılan bir ülkenin Başbakanı için elbette yük çok daha ağır…

Bu çok daha ağır olan yükü, daha daha ağırlaştıran ise vatandaşın bunun farkında olmaması, olamaması…

İmtihan çok daha çetin, çünkü milyonlarca vatandaş büyük bir sevgiyle, büyük bir umutla, büyük bir güvenle; büyük beklentiler içerisinde.

Biz Sayın Başbakanı çok seviyoruz,  Sayın Başbakana çok güveniyoruz, ülkenin geleceğinden çok umutluyuz, diyorlar. Sayın Başbakan bizim için, ülkemiz için gereken ne varsa hepsini yapacaktır, diyorlar. Gecikmeleri de, aksilikleri de hep hayra yoruyorlar, sabırla bekliyorlar.

Aylardır kirasını ödeyemeyenler, borç üstüne borç ekleyenler, hastasına ilaç alamayanlar, çocuğunu okula, dershaneye gönderemeyenler, kaç yıldır memleketine annesinin elini öpmeye, babasının mezarını ziyaret etmeye bayramlarda bile gidemeyenler,  Peygamberimizin, “küfre en yakın noktadır” dediği fakirliğin en tabanında yaşayanlar, komşusu tok iken aç yatanlar hepsi sabırla bekliyorlar.

İmtihan çok daha çetin, çünkü insanlarımız bilmiyorlar ki bu kadar sevgilerine, umutlarına, güvenlerine rağmen Sayın Başbakanımız aslında yalnız ve tek başına…

Yalnız ve tek başına, çünkü vatandaşın çığlığı ulaşamıyor Sayın Başbakana… Duvarlar, hep duvarlar… Kat kat dört duvarlar içerisinde yapayalnız Sayın Başbakan…

Öyle sanıyorum ki yakın ekibi, ne bir durum raporu, ne bir öneri sunuyor Sayın Başbakan’a, ne bir hatırlatma, ne bir uyarı. Dışarıdan bakıldığında uluslararası ilişkiler dışında hiçbir konuda yeterli danışmanlık hizmeti verilmiyor gibi. Öyleyse peki, ne yapıyor bu ekip duvar olmaktan başka.

Yalnız ve tek başına, çünkü üstlendiği hiçbir riski kendisiyle paylaşan yok…

Yalnız ve tek başına, çünkü Sayın Başbakan bu ülkenin derdinde, diğerleri kendi derdinde… Bakanlar, vekiller, danışmanlar, hatta yakınlar, dostlar, arkadaşlar bile…

Elbette bu değerlendirmenin dışında kalan istisna kimseler vardır, onlar lütfen alınmasınlar ki herhalde alınmazlar, zira yarası olan gocunur.

İmtihanın en cilveli yanı da, çevresindekilerinin hatalarını düzeltmenin, onları savunmanın da yine hep Sayın Başbakan’a kalması. Bir de yükünün ağırlığıyla zaman zaman söyleyeceğini tam söyleyememesi ve yanlış anlaşılması, ya da sözlerinin kastını aşması…

6 yıl önceki halini hatırlayarak şimdi dikkatlice bakarsanız sizler de görürsünüz ki, Sayın Başbakan 6 yılda 16 yıl yaşlandı gibi… Bunun nedeni, yalnız ve tek başına ülkesinin, milletinin derdinde olmaktan başka ne olabilir ki…

Eğer Sayın Başbakan hala benim 30 yıl önce tanıdığım Sevgili Recep Tayyip Ağabeyim ise ki bana göre öyle, ben kendi payıma Sayın Başbakan’ın yalnız ve tek başına ülkesinin, (Türk’üyle, Kürt’üyle, Çerkez’iyle, Arap’ıyla)  milletinin derdinde olduğuna inanıyorum.

Ki, 6 yıl önce “Hayatı özlüyoruz Sayın Başbakan  adlı şiiri yazdığımda da bu inançla, bu umutla yazmıştım. Hala hayatı özlüyoruz ama elbet bir gün hayatın kendisi oluruz. Ben hala bu umudu taşıyorum, taşımak istiyorum.

Bütün duvarlara, bütün kıskaçlara, bütün baskılara, bütün yanlış bilgilendirmelere, bütün yalnızlığına rağmen Sayın Başbakan’ın inatla, sabırla, azimle, kararlılıkla Türkiye’nin aydınlık geleceğine giden yolu açık tutmaya ve daha da açmaya çalıştığını düşünüyorum.

Ve çok daha ağır şimdi omuzlarındaki yük, çok daha çetin şimdi imtihan…

Ne diyordu Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Sayın Başbakan’ın da çok sevdiği ve çok da güzel okuduğu “Sakarya Türküsü” şiirinde:

Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya

 

1 Ağustos 2009 / timeturk.com

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir