İtiraf ve Gizem

SITKI CANEY
İtiraf ve Gizem
 
 
ÇILDIRMAK VARKEN
 
Teodora için,

doğdun binlerce sanrı birlikte ördü karanlık saçlarını
oyunlar kurup şehre indin
rüyalarını soyunmak ve bulmak için suçlarını
iyilikten kötülükten çok önce geldin
ne varsa yaşanmamış bildin ne varsa söylenmemiş
açıp kapılarını geldin ve çok güzeldin

güzeldin ve hazırdın dokunaklı her güne ama kimdin
oyunlar kurup şehre indin
istanbulda ateşten bir çadırda bekleşirken hayat
ben beklemeyendim ne unutan ne de hatırlayan
ruhumdaki yanıklardan izler taşıyordu dilim
sonra geldin tanrı şiddetle arandığında
bulaştı sana da tüm deliliğim
artık hiçbirşey düşünemiyorum iyiyim

ama sen ne taşıyorsun böyle
aşk dehşetini sundu sunacağı kadar dünyaya
ve geç kaldı insanlar sen hala yaşıyorsun
elbette gelirsin sevinci çatlatmaya
herşeye yeniden, herşeyi doya doya

elbette çıldıracağız
aşk geri aldığında yüreklerin gözyaşlarını
gülüşlerini çocukların
ve bu yüzden üşüdüğünde dünya
donduğunda bakışları güzel kızların
çıldıracağız
haydi gül tatlı kız

düşün ki dudaklarından hayatlar savrulurdu hep
oynardın acılarınla seni ilk böyle gördüm
ruhunu bıraktığın bir denizin oldu mu senin
iyilik derin bir uçurum artık tanrıya uzak
niçin söyle aşktan başka tanrı, tanrıdan başka aşk, niçin bu ölüm
ayrıyken uzakta büyük istasyonda seni düşündüm

günahlarımı, bulup bulup yitirdiğim tanrımı
düşünüp durdum büyük istasyonda yalnızdım belki acımasızdım
yüreğim kanamadı daha seni tam anlayamadım
ama yağdı yağmurlar günlerce ben günlerce sana sızdım
bazen belki alabildiğine inanmış
belki bazen tanrısızdım

ama sen ne taşıyorsun böyle
acı da sevinç te tanrıdan
artık şarkını söyle artık beni inandır
artık bütün dönüşler tanrıyadır
artık bütün suçlular yüreklerinden asılacak
artık çıldıracağız
kabaracak şehrin şehveti kahkahamız duyulmayacak
yaşayacağız o koku o yatak
artık çıldıracağız
haydi gül tatlı kız

 

BENİM EFSANEM

aralayabilsem kendimi yeni bir fısıltıya
atım kaybolur ve gülüşlerim
ömrüm kara bir suya

sonunda gösterdi  yaralarını dünya
içimde birer kabarcık girdiğim ırmaklardan
bir kızın göğsünü gördüm utandım
arsız ve yorgun
kendime hükümdardım

koşardım ıssız sokaklardan hayatın açıklarına
düşerdi ergenliğime çocuk dağlarım
gece ve hüzün çadırları önünde eğilirdim kedere
büyürdü dünya rüzgar ve yıldızlar
artardı suyun sesi sonra yürürdüm
susardı kendini geceye açan kızlar

birdenbire oldu ya gök ya babam
belki de tarih dağıttı beni buraya düştüm
ne kadar çok insan var ne kadar çok sevdiğim
bu alabalıklar bu ürkek yalnızlık
böylece gitgide…
ah delilik, hep resminle gülüştüm

açılıp kapandı zaman
kapandı çiçekten sepetlerim, ne ırmağın ateşi, ne saralı kardeşim
yoklar tayımı rüzgar aldı, ben kimim
oğlum kuşları sorup duruyor, dağları
şiirler yazıyorum utanmadan sevdiğim

söyle bir yürek yeniden döner mi kendi dağına
olan olmuşsa, bir hainlik
karışmışsa acının karanlığına

ama dağlarımda körpe gelincikler
dünyayı kışkırtmak için uzayacaklar
uykuda şehrin duacıları
yapma çocuklar
oyuncaklar

indim atımdan bir yokluğa bağdaş kurup oturdum
sevdamı dağlara vurdum haber umdum denizden
gönlümde bir gelincik eğnimde hayat kirpiklerimde tütsü
ki bu yüzden konuşmadım herşeyi
bu yüzden gizli kaldı şairlerin öyküsü

kendime hükümdardım
kendi tasımdan tadardım bütün suları
sevdim mi dehşet severdim bozulurdu büyüler
ağır acılarla bölerdim uykuları

aralayabilsem kendimi yeni bir fısıltıya
sürer hükmünü sevda yürek çıldırır artık
bendim sevdiğim dudaklarını göverten sızı
gözlerindeki gözlerindeki karanlık

 

ÇİNGENE BEBEK

muhteşem bir dünyanın muhteşem çocukları olamadık
payımıza kötülük düştü

kırıldı birdenbire bütün sözcükler
acı bir akıntı başladı içimizde
dünya macera tuhaf insanlarla tanıştık
olan oldu çaresi yok
birdenbire yeni denizlere karıştık
nasıl şaşılmazdı olup bitene yıllarca nasıl
oturup ağlaştık boş şehirlerde

bölüştü bölüşülecek olanı çağdaşlarımız
evimiz boş saatler yanlış çocuklar yok artık
payımıza kötülük düştü

ah çingene bebek
seni artık kötülükler sevecek
delirecek kederim dudaklarında
düşünme artık yağmurlarıma sığınmayı
belki yağmurlar hiç gelmeyecek

dağılıvereceksin sen de zamana
şaşıracak sınıf arkadaşların
beni hala durmadan durmadan aramana

ah çingene bebek
yaptın yapacağını hayat ruhumdan öptü
öpüşünü sakladım seni aşklara böldüm
bölüştüm kendimde ve çoğaldım böylece
oysa ben kıyında ufacık bir gülüştüm
ve şimdi bunlarla karışarak bir halk şarkısına
aşarak anlamları
ağlamaya çalışıyorum

artık bir acının kenarında küçük bir kasabada yaşıyorum
bir ırmağın kenarında uçup gidiyor yaşamak
içimde bir çocukluk bir kuşku aklımda dağlar
yeni bir sevdiğim var adını bilmediğim
resmini yapıyorum uçup gidiyor yaşamak

tükeniyor gitgide sarı buğday başakları tükeniyor gökyüzü
çok sigara içiyorum bu günlerde çok düşünüyorum
unutuyorum
nasıldı sevdiğim kızların yüzü

bir acının kenarında uçup gidiyor yaşamak
şaşırıyorum çocukların gülümsemelerine bakıp
bir arkadaşı arayıp telefonda soruyorum
koca şehirde nasılsın artık nasıl ağlasak
soruyorum uçup gidiyor mu yaşamak

ah çingene bebek çıkıp gelir misin bir sabah erken
dünya öylesine hoş öylesine acı öylesine kalabalık
ne kalacak bilmiyorum bütün bu olup bitenlerden
uzaklığım da yok artık

pencereden yağmuru seyrettiğim günleri özlüyorum
neden duygulandırmıyor artık geceleri tren sesleri
aklımda çılgınlıklar kalkıp ırmağa iniyorum
karanlığa
kendini sunan dağa

ah çingene bebek seni sevdim biliyorum
biliyorum herşey aldatıcı
bu küçük kasabada
arasıra hatırlayarak allahı ve ölümü
çingene mahallesinden unutulmuşluklardan geçip
yaşamayı yeniden yorumluyorum
sahi beni özlemiş midir oğlum

 

BENİM KIYAMETİM

şimdi bütün zamanların yalnızlığını toplamakla meşgulüm
çıldırmışım üstelik keyfim yerinde
artık beni törenlerle karşılar ölüm
kanatır kırgın ruhlarını sevdasız kızlar
yeni sorular bulur kendine yoksullar tanrısızlar
hiç bir yere ait olamayan insanlarda saklı kalır gülüşüm

yakalanır sonunda hazlarımın acemi hırsızları
ve yırtılır beni şımartıp ele vermeyen o müthiş karanlık
vazgeçebilirim o zaman koparmaya çalıştığım büyük tufandan
bırakarak şiirlerimi en yeni haylazlara
onların geleceği için
zar atabilirim artık

ama olmuyor
şimdi bütün zamanların kıyısında ayrılık
şimdi bütün zamanların benim sahibi
arıyor beni sevdiğim
yurdunu arar gibi

bense sevişiyorum durmadan acıyla ve sevinçle
henüz hiçbirşeyim yok kumarda
seviştikçe günahlarını yükleniyorum çocukların ve yoksulların
kendimi deniyorum ırmaklarda
kötülüklerimi güzelliklerimi
ırmakların serinliğini cehennemimle bölüşüyorum
gözyaşları içinde cennet
ki ben ne çok uyumuşum yalan sularda
beni ey ırmakların gürül gürül akan gücü
ey sonsuz merhamet
beni affet

ne yapsam onun güzelliği bu ne yapsam felaket
gözlerimde onun gözlerinden kalma nem
büyüyor gitgide ben dinç tutan yaram
görünüyor artık cehennem
açık net ve karlı düşünceler geliştiriyor bir adam
geliştiriyor kafasını şarabın ve doların katkısıyla
ve düşünüyor hayata katkısı muazzam
büyüyor cehennem
gülümsüyor zayıf karnesine inat hayata başlayan çocuk
gülümsüyor ötelerden
isa ve meryem

sonra çakal sesleri bulanık göl ve annem
birlikte dokunuyorlar ruhumun kapısına
benimse vaktim yok güneşi yeniden karşılamaya
sevdiğim çağırıyor karanlıklardan
oysa başını tarihe gömüyor bir sultan
orduları dağılmış
sevdalar kaldırılmış
akıtıyor çığlığını zaman

toprak mı kayıyor düşüyor muyum atımdan
tuhaf şeyler oluyor
doru tayım çıkıp gelecek gibi rüzgardan
hayatsa dehşet
köleler devşiriyor yıktığı saraylardan
çikolatalarla kandırıyorlar onu reklamlarla
hangi çocuk ağlasa hangi yürek ayrılsa
kelebek ölüleri karışıyor uçurumlara

durulanıyor birden çocukluğum bulanık gölüm
koşmak istiyorum alkışlamak istiyorum seni ey kıyamet
utandırıyor artık hayatı gördüğüm her ölüm

şimdi bütün zamanların yalnızlığın toplamakla meşgulüm
yama var kederimde sevincimden uzaktayım
yoo ağlamamaktayım
yaşıyorum bildiğin gibi hala ayaktayım
benim de savrulacak ateşten külüm
savrulacak sonsuza günün birinde
görünecek göğümde yüreğimin arkası
çıldırmışım üstelik keyfim yerinde

şimdi bütün zamanların yalnızlığın toplamak
yeter mi tanrıyla buluşmak için kargışlanan dünyada
unutturur mu acıyı gündelik şeylerle telaşlanmak
oldukça zor geliyor bana artık vaktinde traş olmak
saatlerce konuşmak hergün
hergün yeniden sigara almak
ve ağlamak
yok olurken sabahın tazeliği dünyada

içimde binlerce ada
bana denizler sunacak sevdiğim hasretim
anlayacak o da bu benim kıyametim
benim şarkım mı bu insanlar düşürmüş dile
ne çok bölmüşüm ne çok
kendi yalnızlığımı bile

hem biliyorum kimler bölüşecek cehennemimi benimle
içimde binlerce ada
kur’an satıcıları da ölecek piyangocu kızlar da
yarım kalacak meşhur şarkıcının son konseri
ve kelebek ölüleri uçurumlarda
karışı kansere yakalanmış adam borsada şehvetten
bütün yüreğini kaybetse de çıldıramayacak
asacak ruhunu şehrin hayalarına
akacak irini kirli bir keder
büyüler yapacak
kirli bir keder
bize ey sonsuz rahmet yumağı serinlik ver
bize esenlik ver tanrım sımsıcak
çocuklar nerdeyse ağlayacak
bize esenlik ver
bize delilik
bize
sağnak…

 

İTİRAF VE GİZEM

aşklarla halklarla yalnızlıklarla
derlenmiş
ve her sabah yeniden
uzakları titreten
bir mahşer bir coşku vardı
ki orada
boğularak çıldıran flamalarda
yalarken marşlarımı yabancı hışırtılar
kan akar akar da
yeryüzünün şahdamarı atardı

dünya terütaze bir kadın
üstündeydim yanaklarının
elime isyanın tomarları batardı ona her uzanışta
canım dünyayı dürtükleyen mızraklarla kanardı
ve kanıma
her daim bir kadının
gözbebeklerinden girerdi hayat

artık duymaktadır şehir kanına karışan çocukları
ve barışırken tanyeri ufku öpen atlarla
bu koşanlar
bu denizler taşırarak yaklaşanlar
sevişir gibi dövüşür
yaralarla yaralarla

dünya ki tarla
ve ben iyi hatırlıyorum
okulların o çılgın sisli kapılarında
ılık mermiler sarıyordu geceyi
her yakarış bir ateşti buzdan sevgililere
ki beyinler yepyeni bir cinnet tanımındayken
hainlikler girmemişken araya
deprenir deprenir
sayısız gözbebeği dehşetten
ses gelirdi sevdaya

bilinmez neden
bakire bir yağmur yağarken şakaklarına
demirden kıyılara göğsünü vurmak isterdi kızlar
o bezgin zamanların karanlık köşesinde
gezinip gezinip okşanırken zarif elleri
dolanmaz mıydı benim boynuma da arzular bilinmez
oysa benim rüzgarlarım
dudaklarımdaki kanı emzirirdi dünyaya

şimdi
bayraklar susuz
halklar çaresiz midir
ve delikanlı döşümde ırmakları şehvetin
aşklar çaresiz midir
şimdi
dudaklarımdadır inficar

ben o bulutsuz şiddetin renkleriyle şahlanan
arınmak arınmak isterdim insanların unutulmuş hıncıyla
ve geceyle konuşan hırsların o arsız cazibesi
ürkütürken beni anılarda
ürkütürken beni sokaklarda kan
bağrıma incecik parmaklar sokulur benim
şimdi
fısıltıdır çağlayan
bak bana değmeye korkan kadın tenleri bunlar
ve bütün yataklar yakılmış gibi
yakılmış paracıklar

ve susuzluk sular boyu yaşanan
hayat ki yaşadıkça dinç öptükçe yanan
o dünya tenimin cehennem kıyısında
o dünya sınırsız güneşlere taşınan
ve yaşamak ihanetle denenmiş dakikalar
yaşamak ki aşk inanç ve namus kadar
çarpardı kalbim örselenmiş vakitler arasında
çarpıp çarpıp çocuk saçlara ağlaşan bir ırmak olurdu kalbim
ben o zaman haykırmanın zevkiyle hazzın onulmazında
erirken öyle mecalsiz
bir gençlik yazında çatlardı yeryüzünün bakracı
uzar dururdu önümde bir keder sisi
ey azgın günlerimin iştahlı sevgilisi
gelip kanıma aksan dinler miyim bir daha
ki hırçın bir inatı öpen o dudak
ya ben onu öpsem serinler miyim
serinler miyim girsem gizemin zelzelesine
ezilsem dobra dobra serinler miyim
ki aşktanmış sabıkam

asılı şehrin küstah kargaşasına
o sular öpülmemiş göğe küsmüşse gözler
öğrenir rüyaların ardındaki gizemi
karanlığı özlemi
katılıp kırgınların gezginlerin yasına
yenilir sonra en kaçak dövüşlerde
tazelenir
artar sabıkam

ve akşam
artık sabahtır
uzun aşk konuşmaları bittiğinde
ve direttiğinde kendince hüzün
artık
yalnızca
bir
militan düşü
ve bir aşkın
düşüşü vardır

sabahtır ve kımıldar toprak
cana tılsımlar yerleştiren nedir
ki aşktanmış bu ihtilal öncesi şafak
melekler boşanır gözkırpışından
onu artık yalnızca o itiraf titretir
itiraf ve gizem itiraf ve özlem
bu deniz bu göğse sığmaz desem
aşk yorar
hırpalar
sonra terletir

sıyrılır yüzümden tüm hayranlığım
ol hüzün dehşetinde uzun buluşma saatleri
uzaklaşır gökyüzünü kurşunlarmış sevdiğim
ki çocukluk diretirken hala çok uzaklarda
burda
avaredir gençliğim

tutarken beni yaklaşan ayak seslerinin yarışı
her koşudan koşuya bir aşk arar yiğitler
çürük kurşunlar değer habire göğsümüze
sökün eder ardından bir yağmurun alkışı
bak ruhumun bir yanı ne yapsam hep dışarda
şehrin ağrılarında sıkılıp kararmışsa dişlerim
ve gencecik dişiler kudurgan çarşılarda
rüzgarları kışkırtan yapraklar gbi
yapraklar gibi dökülüyorsa
ve gülüyorsa yine de kuşlar
gülüyorsa sevdiğim
nedendir hep bir kırgınlığı dolaşmak
nedendir
savrulan bu gençliğim

şimdi
aşk o kızla çırılçıplak soyunmak ister
elinde sarhoş ve kanayan bir kahkaha
ve yeryüzü denizi köpürürken çatlarcasına
çarkıfelek taht kurar yepyeni bir sabaha

artık gizemdir konuşan yalnız
deniz bir uğultudur ve gülmüştür kız
denizi göğsünde gezdiren o kız
kendini kendine ezdiren o kız
yağmuru görmeden
görmeden onu
kimbilir belki de ölmüştür o kız

ben ki itiraf ve gizemin koynunda yattım
peşpeşe gençlik sancıları geldikte
göğsümü ve kalbimi o itirafla kanattım
gidebilirim
kükreyen bu sokak şarkısını bırakıp
süzülerek tren camlarından
artık gidebilirim

akşam aynı akşam
ki aşktanmış sabıkam
görsem
gözlerimde ince kan benekleri
şaşırsam
katlanırken yollar uykusuz ayakların altında
kendimi boşluklara atabilirim
ve bir cümlecik mektuplar yazmaya uğraşan ellerimi
öylece bırakıp gidebilirim artık
akşam aynı akşam
alıp saçların ve kalbini denizden onun
katabilirim uzayan soluklu yağmurlara
aşka inanca katabilirim

sonra terler akar kargışlanan günlerden
ey günlerimin gizemine giren yazılmaz sesler
siz çocukların doğmamış kuşlarına el edin

benim terim kanla karışık olmazsa bile
serinlik dolu küçücük bir mendile
emzirilebilir

bak halk aynasında kan lekeleri
bak uçuyor uçuyor ruhumun en serin yeri
şimdi beni saran özgürlüğün terli elleri
önünde yeni bir anlam kazanır toprak ve demir
artık anlaşılsın uçmayan yerlerimin sancısı
yoksa
inficar yenilenir
ve aşk dudaklarımda
delirebilir

ondandır ki
akınlardadır hayat
yepyeni akınlarda
çarklara sokulan bir el gibi hatırlatır kendini
ve sevda ve ölüm
hala akıllardadır

 

ACI CİLVELER

sana bu cilveli acıyı nasıl anlatsam
bütün yılların yağmur çağırır
bütün günlerin akşam

dünya şakaklarından akar yüzün sararır
kanar ruhun aşk ile sırılsıklam
sonra sonra sonra
uçurum
sen şair olma yavrum

 

İNFİCAR

öp ey gençliğim
genzimde çığlıklaşan bu çıplak sesi
ey kalbin kara lekesi öp
ne el değmemiş parklar ne güz delilikleri
ararken gecenin aynasında kendini erkekliğim
ararken deniz kızlarını fahişeler
yalandır çılgınlığı kitaplardan bildiğim

yaslanıp yorgunluklara dinelmek olmaz artık
ah neler yapardık yağmura karışan kızlara bakıp
yokluğum yokluğunu alır artardı kalabalık
ve tuhaflığı kalkıp da gitmemenin ağlardık sonra
ağlardı anne karnında cenin

yakılırken
yeryüzüne süzülen o sözcükler
toplardı gülüşlerini bebekler ve ben terlerdim
terlerdim azgın bir denizden
soğumuş sokaklara doğru
yarılıp serpilirken güneş

artık azalan bir inzal coşkusudur yaşamak
bir ürkü yokluğun ve sinemalar
akıp giden bir ırmak

böylece ardımdan kuşkular bırakıp
karışacağım sana ey bakire deniz
artık annemiz yok
biz aynı nehirdeniz

başlar mı birileri birazdan ağlamaya
ben buna başladım bile
ki hinlikler doğurmakta bir kadın karnında dünya
bu genç sakalımı her kestiğimde
şehrin kavşaklarında genç kızlar arasında
gökyüzüne dönüp dönüp ağlamamı görürdüm
arardı beni şehirde fulya

yürürdü ergenliğim doğduğum günden beri
aşklar tıkanırdı gırtlağıma soluklanmalar
şaşardım ellerimden habersiz he söze aktığıma
yürür yürür taşardı ergen dolu bir deniz
inanmaz olmuştum dünyaya çıktığıma

ey çığlığım at koşturan bir şiire ağlanmaz
kanla yıkanmış sayılırız biz
henüz şafak salmamışken kapılara sesisini
aşk gösterirken körpecik memesini
uğultularım artacak
çocuklar bile unutacak ismini

bir fısıltı bir gece hep o kerpiç araları
yağmur altında bir şarkı patikalarda
resmimi çiziyorum tozlanmış gözyaşlarıyla çocukların
resmim çakal sesleriyle boğuşan çok arkalarda
bir kürt bir dağlı şehirde patlak veren

ey bir kadın gülüşünden binbir acı çıkaran
ey beni alemlere denkleştiren hız
sen ki tahtına çıkardın beni en ince çizgilerin
artık ne dünyanın halleri
ne de kahrımız

kayboldun
ardından bir ülke akıtıldı yüzüme
atlarımı sürdüğüm o çayır oluklarında
yüreğin en gizli kıvrımına yöneldim
apacık bir çılgınlık olacaktı suçlarım
çılgın bir yemin bir gülümserlik

ah yorulmayan dünya
sana bu heyecan ırmağını
alıp da sunmak için
insem mi bindiğim attan
insem mi aşk için ağlamaya

hayır andolsun zamana ki
aynı anda çağrıldım ölüme ve yaşamaya
ama dilimde alevlenen bir koşu hala
hala ayaklarımda irinlerle çıkıyorum sabaha

dehşetin rengiyle çizdim bu sesi
taşırırmış beni benden bu doyumsuz sezgiler
meşhurmuş benim imzam terleyen her kaygıda

bıkmadan fulya
bir soluk sokulmadan araya
sözetsem mi sokrat’tan
öncesinden dünyaya

hayır andolsun zamana ki
taşır kendini ölüm durmadan yaşamaya
ey soylu arap atlarının yelesi
kaç kez gidip geldim öpüştüğün rüzgara
kaç kez gidip gidip bağdat’ta geylani’yi dinledim
ve attı elinden çiçeklerini fulya
güldüm ve yaklaştı cehennemim

cehennemim
ve her gece rüyama giren yeryüzü cennetleri
ve yürüyen
yürüyen kıyamet ayetleri

ölüm neye karşılık aşk neye
hayatın ortasında suratları kemiren
ceza neden gizlenir yazısız kitaplara
çığlıkların dibinde bu kusmuk neden

ben ki bu kumral yüzle ağlayarak koşamam
dağılıyor bin kitaba bir alem
böyle koşamam
işte ağrıyor bende yarılan yaprak
ağrıyor çocuklara bırakılmış o güzellik rüzgarı
benim bu yorgun karanlığıma bakıp
şehir soyunan bir dişiden daha hızlı boğar mı gizlerini
ey ağrıyan yanıyla denizi tutan adam

bak sırtında hain serinliği iblisin
güz dağıldı yeni sevişme kanalları
fulya birşey yakıyor dilimi
karartıyor aldatılan hüzünler sevinçli gömleğimi

artık ben aynaları bağrından ayıran biriyim
birden göğeren acıların ve kanın arasında
dünyayı peşimsıra ölümlere koşturup
ağlayanlardan oldum

sür atlarını yüzümde ey yanık gençliğim
bak hala şehirde beni arıyor fulya
ismini bilmediğim kadınlar sürekli öpmek istiyor beni
ve gittikçe artıyor avucumda tuttuğum ateş
gülüşlerimi yok ederek bakıyorum dünyaya
fulya fulya fulya

 

EY GEZGİN YALNIZLIK

bak yine yağmur
hem birazdan yolcuyum
ben nasıl sevdim

gülüşler yara
öpüşler ceza
ölümler yavrum

işte yolcuyum
unuttum o kararan denizi
arar yusufu uykum
n’olur alıkoyma yanında yüreğimi

n’olur alıkoyma
dolmak üzere vakit
asfalt kirpiklerin ve yağmur lekeleri
şimdi beni şımartan kara bir gizem yollar
açılmaz kilit

artık yolcuyum
huyum değişmez artık ay doğmazsa geceye
bak kuruyan tuzuna dudaklarımın
bak bu benim sessizliğim
ah yanında kalsın isterdim
yanında bütün kimsesizliğim
yolcuyum yorgunum çok kuşkuluyum
kalbimi yağmura terkedemedim
ben nasıl sevdim
ben nasıl sevdim

ah aşkın karmaşık ayetleri
yaklaşan bir şey var bizi ürperten besbelli
ağlasan artık ey dirilik ey sevgili
bak yine yağmur
hem yolcuyum birazdan

 

UZAKTAKİ/NE

kendimi bırakacağım sonunda
bırakacağım kendimi tüm yüzyıllara
yorgun bir kış başlangıcında
bindokuzyüzdoksaniki yılında
istanbul’da
çirkin bir umutla yaşlanırken dünya
bıkacağım beklemekten
devlet tanrısı diye bir teori kurmaktan yorulup
seni düşünerek dalacağım uykuya

hayat bu ya
aklım hep telefonlarda
çürüyor gazete manşetlerinde hayat
terör, büyük kampanyalar, açlık vs. denize bakıyorum
gerçek, sahi nedir gerçek
ölüm
şimdi hangi sularda
asyanın yeni vicdanları, special çığlıklar, dolaşıyorum bulvarda
seni bu gece yine arayacağım mutlaka
aklım hep telefonlarda

tanrı tanık olsun sen mutluluksun
ellerin ruhumda ellerin davet
otur şöyle bir bak dünya konuşsun
dağlarına divan kurmuş merhamet
yaranda bir ateş hem de sarhoşsun
rüzgarlar nedense hep demet demet
aynalar karanlık sen kaybolmuşsun

bütün yaşadıklarım sana emanet
sen bütün yaşadıklarımın yarını
gülümse kar yağacak
gülümse ört bacaklarını
karşı koy
dünyaya diret
kapama gözlerini
kaybolur cennet

kendimi bırakacağım sonunda
üst tarafı bir sevmek ne var diyorlar bunda
oysa aşkın şiddetinden yumuşayan uzun ince ellerin
yepyeni sırlar arayacak koynumda
güzelliğin güzelliğin
acıyla dolansa da boynumda

sen gözyaşısın hayatın
sen mutluluksun tanrının kıyısında
bense beklemekten bıkacağım
bırakacağım kendimi sana
yumruklarımı aşkla sıkacağım
uzaklığı uzaklığı çoğaltana
ve sen sevdiğim tanrının kıyısında mutluluk
inan dolunaylı bir gecede
tanrı bırakacak beni sana
eu vreau dorina

 

YERİME VARACAĞIM

dünyanın bütün durakları boş
yattığım odalarda çocuk heykelleri yontuluyor durmadan
aşık olmayı da unuttum

bu benim kendime bıraktığım mektupların en ilki
yeryüzün unutkan bırakacak bir yüzüm olsun isterdim
geçmeyen bir sıcaklıkken kar dolusu tarlalar
aşk gözdesiyken uçurumların
neydi cesur güzelliklerden öte
unutulmaz sevgili

kovdular beni kendimden
bütün tattıklarım birden eskiyor
tarih bir balgam olarak çoğalıyor ağzımda
yokluğun şehirdeki intikamı bozacak
çocuk sevincin
gidişin
zor hatırımda

şaşkınlıkla bakıyorum kendime gencim yaşlanmamışım
yüzüme gök bulaşmış gezdiğim vadilerde
üşüyordum gecikmişti beni çağıran şafak
bütün tarihleri yakarak evime dönüyorum

ey ağlayarak büyüttüğüm düşlerin çingenesi
birşeyler söyle yerime varacağım bunu biliyorum
bak çarşılar kapanmış hainler suskun kapanmış tapınaklar
evime tarihleri yakarak dönüyorum

suçsuzluğun arkasında atlılar
bak uzun bir hıçkırık koşuşuyor yollarda ne yapsam dinlenemem
ne yapsam boş ölümün ve sevdanın tarihi bilinmiyor

ben aynaları utandıran yüzler gördüm hayatta
onca acının bir yüreğe sığdığını yakından gördüm
ve tarifeli öpüşler yaşanırdı şehirde
orada acıyı da tükürdüm
acılar nerde

dünyanın bütün durakları boş
trafik yoğun, arabalar santim santim ilerliyor ama yürümek yasak
kimi yeni bir peygamber bekliyor gelmeyeceğini bile bile
kimi gırtlağına kadar dolmuş bir bıraksan
günlerce konuşacak

kimi yetim sanır duyulmayan çığlığı
gizlenir gizlenir de çiçekleri acının
yaramaz bir çocuk gibi görünür hayatı göğüslerken
bir acının hıncını bir kumarbaz ne bilsin

geriye acılar kalacak yavrum
vakitler ve gökyüzü daraldı haydi iman et
bütün tarihleri yakarak evime dönüyorum

 

DÜNYAYA KARŞI SEVDALAR

taze bir yara olarak yaşayacağız dünyada
önce otobüs gününde gelmeyecek
telefon uzun uzun çalacak orda
benimse burda göğsüme bastıracak birşeyim olmayacak
yavaş yavaş azalacak sesin artacak hayatın gürültüsü
ve ben ela gözlerin kırgın türküsüne başlayacağım
derken her yanda bir devlet ölüsü

konuşsan gök kızarır caddelerde kan çıkar
kalkar artık acının üstündeki örtüsü
ve birbirine girer yeryüzünde çarşılar
şarlatanlar şeytanlar
insan sürüsü

unuturum ardınsıra bıraktığın nehirlerde kendimi
aşk kendini çıldırtarak giriverir koynuma
ölümse durmaz tazeler hünerini
ben o zaman kanayan bir itiraf yerine
yakarım ruhumu gizleyen mendilimi

çıldırmaz artık sevdiğine gizli kalmış aşıklar
sonra şehre dolar birden tüm gözyaşların
çocuklar bayram eder çingeneler el çırpar

var mıydı acı sahiden danseder miydi yolculuklarda
ben kafam yerine ağır dünyalar taşıyarak
yüzyılları ağartacak kadar gezmiştim orda
bendeydi artık insanların o en karanlık yanı
hıçkırsam gök çatırdayacak sanırdım
bilmezdim ölümlerin ölümlerden farkını

kıyametten az önce mevsimlerden güz
yorgun asfaltlar akıyordu omuzlarımızdan
çok önce karlara gömülen ayaklarımıza
şaşkın eşkiyalardı artık şehirlerde ömrümüz

şehirlerde evimizi arıyoruz önündeki karları
çatırdar mı dersin artık dünyanın derme çatma aşkları
duymaz mı bir daha rüzgarı kalbim
aldılar elimizden dağları da
kekliğim kekliğim

oysa biz boynu bükük yasakların sahibiydik sevdiğim
deliydik ama atlar yok artık çoğalacak bu yaramız dünyada
bir merak yayılacak dünyaya karşı sevişmemizden
akacak akacak acıdan yaratılan o insan ırmakları
deniz gibi ter ve hüzün köpüğü dalgalarda
ey aşkın sonsuz doğurganlığı ey cehennem
dinmiyor başlayan hiç bir yağmur rüyada

sevdiğim dayanılmaz cennetim benim
takvimler solacak tarihsiz buluşacağız
ama çiçeklerimiz olmayacak yine de ne menekşe ne  gelincik ne fulya
heybemde gençliğim ve keder demetleri
taze bir yara olarak bırakılacağız dünyaya
kekliğim kekliğim

 

TUFAN

durmadan ömrümle sevişmekten kirlendi yakam
şehrin bekarıydım kırıkayakların ustası
düşünürdüm ve hışırdardı hayat
yeryüzü beni beklerdi her akşam

beklerdi beni sevdiğim
şiirler yazar delirirdim siyah bir gül yaprağında
gülümserdi boşlukta annemin yüzü
görülmemiş birşeyler olacaktı yakında
çıldırtıcı birşeyler yağmuru her bekleyişte

dünya işte
çürüyen kemikleriyle dünya
ezberlediğim dua bıraktı beni ve ölüm ve hüzün
ve her gece yeniden gördüğüm rüya
hani çıldıracaktı insanlar belki de bu yüzden
bakar dururdum sebepsiz karanlık bir aynaya

oysa adımı unutmadım zorlandım döktüm içimi
çekip gittim gözlerimi akıtarak kederden
koştum dönüp yüreğime kapandım
tenimde biraz gurbet biraz dünya kokusu
doğruydu söylenenler artık çıldıracaktım

belki de öldüm o zaman
kırık gülüşlerden bir efsane örerken öldüm
okul dönüşlerinden kahvelerden kalkan son trenlerden
artakalan birşeylerin büyüsüne gömüldüm

ne çok güldüm genç kızlarla ne çok
dağlardan haber yoktu kayıptım sokaklarda
sonra bir bebeği uykusunda iççekerken düşündüm

belki de öldüm o zaman
kırgın şarkılarda kendimi ararken öldüm
şehirlerden çingene bir güzelden ölen genç gelinlerden
çıkarılmış kederlerin öyküsüne gömüldüm

derken o hiç bitmeyen tren sesleri
işte çıkıp geldim kendimden kabuk tutmadı yaram
ince bir kederdi sevdiğim, uçarı, kirpikleri kederden
yeryüzü beni beklerdi her akşam

yoksa ben dünyayı kâğıtlara mı gömdüm
günlerce sokaklarına aktım meşhur şehirlerin uykularda
ardarda sevip durdum cesur ve topal bir ömrüm oldu
ve bir ceset olarak döndüm tüm içli şarkılardan

aklımdan kötü şeyler geçiyor şimdi
bir daha göremeyeceğim arkadaşlarımı
ne kahkaha ne ağlayış hiç olmazsa bir ayet hatırlasam
en son sinemalarda bıraktım gözyaşlarımı

herşey kapanacak az sonra kapanacak çığlığım
sevdiğim rakibim çaresiz karanlığım

 

AŞKTANDIR

1.

kalbin en gizli bilgisini ısmarlamıştım sana
parıldayan sisini bir sabah dervişinin
yalnayak sesini
aşk mutlu bir akşam gibi siniyordu ruhuna

gözlerin hayata hafif aralık
bıraksam akacaktın tarihe ve  boşluğa
seni anmanın  ayakizleriydi çocuklar
onlara sonsuz bir ninni
sana yüzyılların imkansız bilgisini ısmarlamıştım

büyüleyen her çığlığın sonunda anlamıştım
hiçbirzaman açıklanamayacak olan yüreğin açıklarında
yiten kıyılarında aklın, karanlık sazlıklarında
belki bir kamıştım
kesilmeyi bekleyen

ardımsıra diriliğin o kışkırtan şirreti
alçakça bir iççekiş ödenen her diyetten

istenen
genç zamanlarımın öcünü almaktı
yeniden tarihe ve güvenliğe yakalanmamak
ve hayatla boyölçüşenlerin cakasını anlamak için
yeniden yaralanmaktı

ve aktı akacağı kadar her aşktan
düşünce ölüleri şairler narin kadın elleri
ne açılan bir cennet ne yaklaşan cehennem
nasıl başlar bir insan hayata yenibaştan

yarın
yeni bir haber alınır her arkadaştan
aralanır geleceğin örtüsü yeni bir haber olur
kapıma kilit vurup çıkarım
çıkarım göğsü inip kalkan uçsuz kırlara
hayat yorulur,  aşktan ayetler kalır
şiiri yarım kederi yarım kırgın kızlara

yaşmağını açtığım rüyalar unutulur
unutulur sevdiğimin başdöndüren tabirleri de
nedir aslında yollara düşüldüğünde
nedir kalan
sarsılan
hırpalanan
geride

2.

Gözyaşlarını arıyor dünyalılar
her ölenin ardından gözyaşlarını

bense varacağım yere belki varmıştım
güneş yaktığı zaman yaprak sarardığında
kışları kar altında ve dağlarda her bahar
sana kalbin en gizli bilgisini ısmarlamıştım

sonunda anlamıştım
yıllar sonra anne oğlunu nasıl tanır
neden kararır gün batınca ortalık
gök niçin dolanır çocukların ayaklarına
neden meşhur bir şarkıdır ayrılık

sonunda anlamıştım
bastım ayağına kalabalıkların denizin dalgasıyla atıştım
yarama sardığım akgünlerim çürüdü
meyveler çürük çıktı her hüzün sofrasında
ihanet büyüleri taşınca sularımdan
üçüncü dünya harbi istedi canım
o günden beri
şeytana nanik yapıp yoksullarla anlaştım

ölümle halay çeken kızlarının göğsünde
bir muska gibi durur iken yaşamak
asıldı oğulları aşka mendil olmaya

dokunsan irin akacak kasıklarından
dokunsan yok dünya

gözyaşlarını arıyor dünyalılar
her ölenin ardından gözyaşlarını
kendi göğüne bakıp duruyor bir kadın
kötü bir haber gibi bekliyor her yarını

3.

firari bir yara
ne zaman çıksam fotoğraflara

ama yalnayak şehre çıkılmaz
göğe bakmak ayıptır
dinmez içimizin yağmuru
hayatı tütüne saran Cuma
ve dağlar bilinmez burda

oysa aşktandır
gecenin üçünde sokaklara fırlamak
dellenip uzanmak yıldızlara

nedir aslında iman,
şiir var mı,diye sorsam Hıdır'a
vakit dardır ve aşk çağırır
artık karşı çıkılır tüm anlamlara
anlam yoksa yoktur anlamın ertesi de
Necati olsa konuşurdu, prusyalı öğrenci,
doluktu gözlerim bir an, hani bir gemi güvertesinde…

şimdi sonsuz bakışlar büyütmek için
Nureddin'i de alıp
bir yolculuk başlatmalı draman'dan
sonra nehrin kızını anlatsın Turan

dokunsam yok kimse
dokunsam yalnızlık çıkacak duvarlardan
ne Selim  ne Ömer
çıkıp gelmez hiçbiri uzaklardan

dostluklar elimde kaldı
baştan çıkaran bir ırmağa atıldı hülyalarım
sesi  gelir belki Vahdet abi'nin az sonra telefondan
bırakırım bu şiiri yarım
uçarım

4.

yarın
yeni bir haber alınır her arkadaştan
aralanır yüzyılların örtüsü yeni bir haber olur
acıma kilit vurup çıkarım
çıkarım göğsü inip kalkan uçsuz dağlara
sevdiğim beni bulur, okunur alınyazım
yorgun balıkçılara onarılmaz ağlara

yaşmağını açtığım rüyalar hatırlanır
hatırlanır sevdiğimin başdöndüren tabirleri de
cümle alem bilir artık aşktandır bana bütün olanlar
fışkıran bu bahar dönen bu dünya
ve yağmurlar
aşktandır
aşktandır sevdiğimin başdöndüren tabirleri de
fotoğraflar
firari bir yara
kalır
geride
aşktandır

 

MÜPHEM ŞARKILAR

kimi sanır belki doğmadım daha
belki tarih kadar eskidir yaşım
aradım ülkem yok haritalarda
yalnız bir gezginim yok arkadaşım

ruhumu bir yağmur aldı kardeşim
kerbela günleri müphem bir yağmur
bu yağmur sonunda bitecek işim
bu yağmur sonunda olanlar olur

o şair rüyandan çıkıp gelecek
şaşacak kirlenmiş toprağa böcek
beni bağışlama silahını çek
beni bağışlama haydi beni vur

 

CADDE-İ KEBİR

cadde-i kebirde akacak günler
aşklara tarihe ve yüzsüzlüğe
yoksul bir şairi şimdi kim dinler
çare yok çare yok ölümsüzlüğe

şiirden kuleler düşlerken şair
çaldırır ruhunu kalabalıklar
bir kahkaha olur cadde-i kebir
yanar bir kadınla sabaha kadar

 

KAR GECELERİ

hayal uzar gelmez uykum
kar yağarken geceleri
geri gelir çocukluğum
kar yağarken geceleri

aşka düşer dağılırım
ateşte kalır dağlarım
hatıralar yarım yarım
kar yağarken geceleri

kardan bir aşk giyeceğim
kar yağarken öleceğim
kalkıp sana geleceğim
kar yağarken geceleri

 

YAZILAMAYAN

nehirlerin denizlere döküldüğü andır bu
bırakırım kalemi burda
birazdan oyuna çağıracak mahallenin çocukları
gideceğim birazdan

şairliğim de çıkar aradan
gider oturur yukarda
sihirli bir boşlukta
belki dönmez bir daha
lambalar yanmaz

buradan sonrası yazılmaz
kitapların boşluğu
belki
şiir buradan sonra başlar

 
 
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir