bizi yokla
bize yeni bir keder yarat
çünkü bizdik dökülen
hayat hırpalanırken büyülü çanaklarda
ağır bir dua altında kırılırken yalanlar
gömülen bizdik azize göğsündeki iksire
ağaran dünya ve kirpiklerimizden artakalan ne varsa
ne varsa bilinmeyen
mevsimleri dolduran yalnızlıklardan
tütün kâretmez yaralardan arta kalan ne varsa
dizdik yanaklarımıza
süzülsün
birazdan başlarız
azize
yani iyi bir kederin
yani yerlilerin şarkısına
çünkü biz
en eski yerlileriz
gideriz yürek tokuşturmaya
ve deniz
gideriz hep rüya
kaburgalarımıza biriken ne varsa
ne varsa kışkırtan bizi
alır gideriz
ama yorgun alkışlar lanetliyor bedenimizi
sanki yokuz
terliyor günler paralarla haberlerle üşüyoruz
çözülüyor dudaklarımızdaki tuzun kimyası
yıllarca beter bir bilmeceden uykusuz
bir hayal gümbürtüsüyle kalkıyoruz halaya
yani aynı yazgıya
yani yaşadığımızı biliyoruz
yani kirpiklerinle aynı yerdeniz
ıslandıkça ruhlarımız senin zamanlarınla
körpeler büyüdükçe yürek tokuşturmaya
şehirleri savuran şarkımıza başlarız
hazırız
gülümse bizi tanrıyla buluşturmaya
yetmez içimizde boğulmaya bu deniz
kirpiklerinle aynı yerden
yalnız aşka yenilen
yerlileriz azize
azize “yerlilerin şarkısı” II
birşey yap azize şiirden olsun
ıslansın hep içim nehirden olsun
iyi sakla beni bahar geliyor
iyi sakla beni çıldıracağım
acı ilerliyor aşk ilerliyor
ruhumdan bir cennet kaldıracağım
birşey yap ve görün aşkla diz dize
göstersin dibini hayat denizi
anlat deliliği anlat azize
her yağmurda aynı yaranın izi
kimi rüyasında bir kelebeğe
yağmurdan tabutlar yapıyor gibi
kimi yeraltından bakıyor göğe
herkes aynı şeye tapıyor gibi
andolsun hayat da durur azize
çeker baharlardan elini tanrı
kıyamet aşkı da vurur azize
unutur yağmuru çöl yangınları
ölümü ürperten birisi mi var
baharı coşturan böyle azize
duvarın ötesi yine bir duvar
sonsuzluk gördün mü söyle azize
daraldı odalar sonra balkonlar
gökyüzü çalarız sinemalarda
o çocuk balonlar o istasyonlar
herşey bir aşk için susar susar da
iyi sakla beni çıldıracağım
acı ilerliyor aşk ilerliyor
ruhumdan bir cennet kaldıracağım
iyi sakla beni bahar geliyor
azize “yerlilerin şarkısı” III
beni iyi sakla tanrım yağmurdan geldim
ateşleri azdıran karanlık bir yağmurdan
bir yağmur yanağında kırıldı çömleklerim
bir yağmur yanağından geçtim uçurumlara
yüzüm ıslak camlarda
aklım uçurtmalarda
gökyüzüyle sınanmış bir maviye düşerdim
düşerdim uzaklara
kalktığım her sahurdan
her sözcüğe ayrı bir yağmurdan geldim
çocuklar artırmadan o efsane maviyi
yağmurlar anlaşılmadan
her bahar çıldıran sularla geldim
belki de sular böldü beni binbir iklime
hiçbir dilde olmayan sorular böldü
ablam
babamın ilk acısı
ben küçükken öldü
ve ben küçükken kestim bir çocuğun kolunu
korkuyu böyle erken yaptım çocuk oyunu
bir çocuk oyunu parça parça ateşten gölgelerim
inkar ettim ve sevdim hayata çarpan tüm yanlarımı
ve hain bir sevgiliyi sarmalayan ellerim
vermedi yağmura günahlarımı
sonsuza doğru çember çevirdiğimiz günlerin kavgasında
müphem bir umuda asıldı deniz
dönüp sordum yağmura
arkadaşlarımı
bütün bu olup bitenden sonra
azize yine de özler mi bizi
ben sizinle birlikte geçtiğim o denizi
yıllarca bir daha bir daha bir daha geçtim
geçtim şehirler altüst oldu gülümsedi çocuklar
dağıma geri döndüm kendi suyumdan içtim
belki çıkmam sabaha
geceleyin vururlar
döner miyim bir daha
söz veremem çocuklar
yağmurlar birgün gerçekten yağar
azize dua etsin ateş üstünde
hayat aptallaşır bize gün doğar
şiir gelsin gitsin ateş üstünde
azize “yerlilerin şarkısı” IV
beni sen durdur azize bitmiyor yollar
beni sen vur
beni sustur bitsin sorular
beni sen durdur azize yollara çıktım
bütün kederlerimi yaktım ve ağlaşacak ne varsa
alevlerini sana
küllerini elaziz’e bıraktım
önce ölümler çaktım çarmıha çevirdiğim günlere
kıyamet gözkırpacak çıldıracaktım
ve ruhumda gökler düşerken yere
aklımı maviye aldıracaktım
yıllarca yeniden çıktım yollara
yıllarca aktım dünyanın bütün nehirlerinde
aktım durdum uçsuz bucaksız yatağında her şeyin
son sınırlarda en derinde
nasıl dayanabilir insan yuvarlanınca boşluğa kendi dağından
ya da balık gibi takılınca ağlara
kayan bir damla gözyaşıyken dünyanın yanağından
karışmak isterken yağmurlara
çıkarıp efsanemi tüm yüzyıllardan…
anla ki azize çığrından çıktım
imkansıza soyunup çıktım yollara
çatırdayacak sandım çırılçıplak dünyanın iskeleti
çatırdayacak yalnızlıklar ayaklarımın altında
ve kocaman şehirlere yeni bir büyü
çatlayan bir bahar olacaktım kırlara
çıktım yollara
artık hatırlayabilir miyim o muhteşem şiirden bir iki dize
basar mı bağrına artık beni sevdiğim
beni durdur azize
beni yağmura
beni ateşe
beni denize
ateşten künyeler
olan oldu
gökle açıldı aram
ve bütün sırrını söyledi dünya
benimse bir denizden kanardı yaram
yorulduğunda atlarım
titrediğinde yolculuklar
yepyeni kapılar açardı rüya
ağlar bakardım suya
yazgım çarpıp durdukça beni hayata
dualar uçururdu anam
kendi çocukluğunu anlaşılmaz kılan ben
gökgürültüsü kadar hayta
uykularıma çelme takıp
karışırdım ay doğarken suya giden kızlara
akardım suya
geçmedi oysa ömrüme çaldığım ateşten kara
artık kuyulara kapanır insan
kapanır göğünde cennetten hülya
vedalara vakti olmaz
okunmaz nefretten terleyen alnı
dokunamadığımız bir yerde bırakılan
soldurulan bir yaprak olur
cehennemler açarak
girer uykuya
olan oldu
gökle açıldı aram
gördüm ateşi alınmış sokaklarda yaktığım şeyi
gördüm ruhundan kuleler yapıp yıktığım şeyi
olan oldu
alınmadı intikam
yitirdim aşkın rahmine bıraktığım her şeyi
olan oldu
doldu bütün kuyularımız
iyi bir karanlık diliyor herkes
iyi bir celladın yakarışları
ne yapsa yağmura karışmaz artık
varsın bize denizler bağışlasın
katil zamanların son gözyaşları
olan oldu ama ben toprak kaldım
bıraktım yalnayak nehre kendimi
herkesin ahını yalnız ben aldım
sordum alkışlarla şehre kendimi
çalındı sonunda zümrüdü anka
akıldan titriyor şakaklarımız
nedir hayatı çınlatan yoksul evlerde
nerde kırgın çocuklara deniz taşıyan
mahalledeki efsane
o hülyalı kız
akıldan titriyor şakaklarımız
fistanda gül varsa giyerdi kızlar
atardım aklımı ve kasketimi
ruhuma gözkırpar diye bir rüzgar
giymezdim bayramlık son ceketimi
olan oldu
kayboldu oyuncaklar
ya da biz oyundan çıktık
olağanüstü bir tatil diliyor herkes
iyi bir karanlık
iyi bir karanlık
fotoğrafımdaki mühür
bir ihtilal yalanıyla alıp götürüyorlar sabahı
ihanetin en karanlık yanıyla götürüyorlar
ne gözyaşları içinde bir general
ne tebdil-i kıyafet gezen bir kral var
ırmaklarımızı rüyalarımızdan çekip çıkaran çapulcular
dönüp çingene bir mevsimi çağırıyorlar durmadan
tenimde gün doğarken ayarttığım dudaklar
ayarttığım bulutlar örtüyor beni
örtüyor ödünç aşklarıyla bir adam
yenik bir özürle örtüyor günü
ve karanlık
çirkin yaralarla aralıyor göğsünü
şimdi
gece çeteler kurar öpsem yarimi
öpsem yıldızlar fışkırmaz kuyulardan
öpsem zehirli bir haziran
adressiz kaldığımız içtiğimiz nektardan bellidir artık
bellidir yağmurun farklı yağdığı çapaklarımızdaki kandan
bu yalnayak hayatla iyi bir resimiz onlara
harika bir resim avuçlarımızda ovuşturduğumuz umut
ovalarımız yarıçıplak duruşumuz harika
kilimlerimiz karlı bir ölüm kadar antika
ama korkuyorlar ruhlarımızdan
biraz gözkırpacak olsa bize yapma çiçeklerden bir bahar bir iktidar
sessizce deviriyorlar
bir kader gibi deviriyorlar kadehlerini
gözyaşlarımızın yamacından
her çılgının her çalgının içinde bir korku
her sözün sonunda bir karakol var
ekmeği fırlatarak veriyorlar bize
ve çiğniyoruz birbirimizi dağları deviren ayaklarımızla
direnen son yanımızla çiğniyoruz ekmeği
ölümlerimiz fırlıyor haberlerden karanlık şenliklerden
çürüyen yerlerimize basa basa dansediyor bir rüzgar
bir rüzgar yağmura baka baka çürüyor
sonra ilikliyor sarsak bir inatla çürüyen elbisemizi
paralarla karışıyor gülüşlerle
kirli bir mavi karışıyor iliklerimize
götürüyorlar iliklerimize kadar
hızla götürüyorlar bizi
kendimizi unutabileceğimiz bir denize
biz
yani o sessiz ırmak
biliriz masa altından gülen bürokratların
her sevişme vakti gümbürdeyen iktidar korkusunu
çamurdan şiirler dökülüyor sabahtan bir kaç damla kan
her yağmurun eşiğinde ayrı bir koku
her annenin yüreğinde ayrı bir idam
sarsıyor bebeklerin çalınmış uykusunu
giderek çıldırarak
unutuyoruz sonra
dalgın bir deniz oluyoruz bir rüya
kimse dönüp bakamıyor ruhuna bakamıyor aynaya
alıp götürüyorlar yıllarca altında kaldığımız gökyüzünü
ne herşeyi unutturacak bir dua
ne apaçık bir iman rüyalarımızı aydınlatan
efsanesi kirlenmiş umutsuzlarız
heybelerimizde çocuklarımız için sakladığımız ne varsa onlar bitiriyorlar
şehirlere düşürüyorlar bizi
onursuz bir iççekişe
mahpuslarda ihanete düşürüyorlar
alıp götürüyorlar bizi kararıyor sabır aşk kararıyor
anne rahmindeki uykumuzu özlüyoruz her ölüm orucunda
her ölüm orucunda yeni bir bahar aranıyor
gelip gelip deliriyor sözcükler
tam dilimin ucunda
dilimin ucunda yeni bir hayat
dışarda olağanüstü güvenlik önlemleri var
ve çocuklar yıkık köprüler gibi diziliyor dünden yarına
sabahı elleyen kim
kim bu görünmeyen canavar
yanan bir deniz oluyoruz yollarda ölüyoruz ardı ardına
titriyor artık hayata attığımız en ufak çimdik
tıkladığım kapılar buzdan kalabalıklar
titriyor
fotoğrafımdaki mühür kadar
aklımız yanıyor
bindokuzyüzdoksanyedi sonbaharında
fidel castro ölmüş che guevara yaşıyor
yaşıyor dağımıza bırakılan yıldızlar
yaşıyor bizden dağılan ne varsa sokaklara
yaşıyor
ölümlerle dansedip ölümsüzleşen kızlar
yine de serinlemez kanımız bize yetmez bu rüzgar
gökyüzünü cebine koyup giden hüseyin
bir daha dönmez
artık bir sonbahar oluruz uçsuz bucaksız
kendimizi buluruz gittiğimiz yerlerde
ve sonsuzluk bir kez daha şifreler öykümüzü
belki yeni bir şafak çıkarır bizden mevsimler
kutsanmış suçlar buluruz kocaman bir aşk
belki de kanla yıkarız
yeniden yüzümüzü
artık çölde cesetsiz bir çarmıh kadar anlamsız
ve çirkin papatyalar gibiyiz her bahçede
artık bize yalnızca gözyaşları çul
yaralar kardeş yokluklar abi
artık hapisten yeni çıkmış şiirleriz türkçede
yeni bir cinnetle çıkıyoruz mağaralardan
çıkıyoruz içimizde kırıklar
yağmurla şımaran günlerden kalma kırıklar
yorgunuz kapanan her kelepçede
ne hayatı alkışlayan çetelerden bir haber
ne de gülümseyen bir şarkı artık kürtçede
artık zenciyiz yağmurdan gömleğimiz
boğuluyor kendine aka aka bir deniz
yağmuru öpe öpe kirpiklerimiz
ölüyoruz halepçede
ölüyoruz bembeyaz olmuyor dünya
metin öldüğünde yağan kar gibi
ölüyoruz ses gelmiyor diyarbekir’den
şeyhmus’u sorar gibi
ölüyoruz çıldırsın şimdi sonbahar
alıp gelsin bütün mavisini darağacından
alıp gelsin yürekli deniz
çiçek açsın gözyaşları yarına
işte şimdi öpücüğü kondurma vakti
alıp alıp hayattan
ölümün en vahşi dudağına
oysa neden sözcüklerden kan sızar
neden hiç bir yürek boğdurulamaz
neden hiç bir aşkı anlamaz hiç bir iktidar
işte dürtüyor geceyi çırılçıplak bir ayaz
bankalarda sessizlik ekiplerde telaş var
iflah olmaz bir yarayla tarıyor saçlarını veznedar
kadınlar geçiyor ötelerden güzel kokular
geçiyor geceden namaz
kendimize doğru kıvrılan yolların yeniden başındayız
tanrı herşeye karışıyor mu gerçekten
karışıyor birbirine binlerce yıldız
karışıyor ortalık aniden bir sağnak olsa
ne zaman boğulsa paralarla biri
karışıyor hesaplarımız
ruhlarımız bulutlanır da birgün
gözyaşı döker çakallarımız bile
çantamızdan yeni bir hayat çıkarır serperiz sokaklara
ve sabah çıkarır aşkların koynundan çıngarını
parlar yüzümüzde Allah yağmur oluruz biraz
günlerle halay çeker başkaldırır çırılçıplak bir ayaz
büyür artık büyüyebildiği kadar cehennem
biz anlatılmaz bir cennet ile yanarız
yalansız
ve
üniformasız
kırk yılda bir… I
bana gözyaşlarını gösterme anne
söyle yazgısına çarptıkça kendini azdıran bir yüreğin
kırk yılda bir kırklara karışacakken
akdeniz’de işi ne
bir açıklaması olmayacak mı hayatın
hep yazgı mı denecek insanın doğumuna
ölümüne evlenişine
birşey söyle
oğlunun kırk yılda bir adam gibi sevişine
bizşey söyle
aşkın da ölümün de sormadan gelişine
nasıl olur yok mu sonsuzu anlatan bir masal
ben şimdi çocuklara ne derim anne
kırık bir tekneyim çılgın sularda içimde kırık bir dal
artık kırklara karışır giderim anne
kırklara
ışıktan ırmaklara
o zaman belki de gölgemle süslenir cenazeler
beslenir de güllerle yeniden boyverir hayat
benden bir fısıltı karışır tüm halaylara
benden bir rüzgar
denizlerden dağlara
gözü kara yarınlar dökülür avucumdan
gülümseyen bir idamlık kadar gözü kara
kırkındayım yeni uyanmışım uykumdan
artık yeni bir şiir bırakırım tüm kapılara
artık kıyıda yıkıla yıkıla, kuleler
ve deniz kızlarına saraylar yaptığım kumdan
sağalmaz yaralarla dönerim
dönerim yakıla yakıla düştüğüm her uçurumdan
farkındayım
çaresi yok
bir kez uyanmışım uykumdan
düşümde gelincikler
içimde gencecik bir keder var
babamı düşündükçe oğlum geliyor aklıma
diyorum şimdi Fatih de beni anar
ama alışamadım işte benim de bir baba olduğuma
hala gençlik kokar bütün sokaklar
hala gözlerim çocuk
hiç böyle yanmadım şimdiye kadar
içimde gencecik bir keder var
bana gözyaşlarını gösterme anne
ne kar yağar buralarda ne kimse kimseye ağlar
ne masalcı kadın var ne kardeşlerim anne
ikibinbir yılında akdeniz’de bir bahar
yaşadıkça artıyor acı
ne yağmurlar bitiyor ne de işlerim anne
ıslanmış kağıtlar gibi günler ve dağılıyor yaşamak
artık kırklara karışır giderim anne
ölüyor sözcükler yaralı atım
herkes elinden geleni yapıyor anne
bense yüreğimden geleni yaptım
aklıma inat öyle deli öyle divane
aşk varken daha ne yapayım
yeni tanrılar bulup onlara mı tapayım
dünya tarihinden bana da düşen bu
aşk
yalnızca bu benim payım
kırklara karışma zamanı şimdi
nasıl kopayım anne
kırk yılda bir sonsuza dek göz kırptım
hayatsa hep gözlerini kaçırdı anne
belki de yeryüzünde kocaman bir ayıptım
belki de şiir hep benden kaçardı anne
ya da ben kaçardım karanlıklardan kendime
ne yapar eder yıldızlar düşürürdüm sokaklarıma
sonra beni neden doğurduğunu düşünürdüm anne
düşünür üşürdüm anne
ve sonunda düşürdüm anne
uğruna inandığım yüzüğü bir çığlık anında
ve o an dağları çok özledim
anladım ki ben hala kürdüm anne
ama bu deniz akdeniz sessizce sardı sonsuza beni
yüreğime sürüp giden bir şiir
ateşten bir nehir düşürdüm anne
şimdi ben şehir şehir sürülüp kovulan yalnızların
yollarda söylediği şarkılardan biriyim
ne bana inanan varmış ne özleyecek biri yarın
bütün bildiklerim yanlış ve sözlerim yalanmış anne
kapanıyor artık herşey o uzun konuşmalarda
günler hızla kapanıyor anne
avukat ben hakim ben sanık ben
dalıp gidiyorum duruşmalarda
ve sokaklarda bir bilsen
çocuklar beni çocukluğumdan tanıyor anne
dayanmak çok zor anne
dindirmez artık en serin gülüşler bile
içim yanıyor anne
çözülmez bir düğüm bu bağlandım bile bile
artık giderim canımda bir tek yara
giderim sonsuzlaşır kederim
aşktan bir dilek aşktan bir dua
kırklara karışır giderim
kırklara
yalansız yakınlıklara
içimde gencecik yeni bir şafak
güneşler serperim karanlıklara
bağışlar beni hayat ölüm bağışlar beni
açarım göğsümü sonsuz bir yağmura
ateşte açan gülüm bağışlar beni
bağışlar beni babam ömrüm bağışlar beni
bağışlar kartopu oynarken üşüyen kardeşlerim
oğlum fatih, kızım esra
bağışlar beni
artık ne yalan ne gerçek
içimde dua ve dilek
canımda bir tek yara
karışır giderim kırklara
kırk yılda bir… II
bana gözyaşlarını gösterme bebek
bilemezsin nehirler mi taşacak yüreğimden
içimden alev alev bir deniz mi yükselecek
söyle senin de vardır mutlaka bir hikayen
paramparça mıdır benim gibi göğündeki yıldızlar
karışmış mıdır birbirine geçmiş ve gelecek
karışmıştır ama çağla gözlerine gözlerimden bir ışık
yazgından bir parça yüreğime yüreğinden
bir kapı kapanmış bin kapı açık
benimse aklım karışmış neden
yıllarca yaşanacak hiç bilinmeden
ölümler hep bir aşk aşklar hep bir ölüm bekleyecek
yalnız senin sevincin buzdan gözyaşları üstünde sarsılmadan danseden
mutluluk sensin bebek
bazen çok kararlı bazen çok ürkek
sensin uçurumlara taşıyan ruhumun yollarını
sonra ansızın sonsuza çıkaran sensin bitanem
anlayabilir misin nedir hep bulduğunu sandığın anda kaybetmek
nedir boynubükük çekip gitmek
gidip de yazgının gizemini düşünmek
işte benim hikayem
akıl yetmez şiir uzar dayanmaz yürek
küçükken komşular dermiş anneme
bu çocuk garip bu çocuk delirecek
delirecek en aklı başında sözcükler bile şiirlerde
karışacak mevsimler kararacak gözlerim
kaybolup gideceğim gencecik bir kederde
bilmiyorum yazgıma mı karşı geldim
çok mu ayıp ettim hayata karşı
nasıl düştüm bu derde
kaybolup gideceğim gencecik bir kederde
birşey söyle
kırk yıl sonra seni bulmasına yüreğimin
birşey söyle
hayat kimin ölüm kimin aşk kimin
kimin bendeki cennet kimin can kuşum
kolay mı aşkı çağırmak bitirmek ya da
daha sen yokken bebek sonbaharda doğmuşum
iki yıl aralıksız ağlamışım dünyada
babamın tek oğluyum anlaşılmadı huyum
ya prensesti gördüğüm ya ejderha rüyada
hep kendimle konuştum kar üstünde uyudum
masallarda binbirgöl düşümde binbir ada
herşey anlatılmaz bir umuda bıraktıkça kendini
çoğaldıkça kanım içim yandıkça seni aradım bebek
gurbetlerde boyverdim her yan ihanet ini
gün oldu saçlarımı gururla ben de taradım bebek
hep seni aradım güzel kızları arasında ülkemin
ıslığında rüzgarların şarkıların çığlığında
aradım hep sırrını yüreğimdeki nemin
gece karanlığında dolunay ışığında
ve birgün istanbul’un bir cinnet sağnağında
ilk kez yapayalnız düşündüm akdeniz’i
beşiktaş’da kadıköy’de üsküdar’da
gençliğim sularda köpük köpük son vapurların izi
tanrım dedim koma beni darda
bir başka kumardı benim ki yazısız turasız
son kez ağladım üsküdar’da
ağladım ve yeniden aradım tanrıyı yokta ve varda
aradım yoktu sularda saklı bir inci
kurşun ve kan izine karışmış yazılar duvarlarda
içimdeki tek özlem birgün seni bulmanın sevinci
ve acılar ardı ardına
uzun sürmedi sokaklarda
kaçak sigara satışından kurduğum düşler
uzun sürmedi gençliğimin çığlıklaşması şafaklarda
ve yaşadıkça her yerde çıktı karşıma
film setlerinde gördüğüm sahte gülüşler
gerçektir ama ölüm ve sevda bir de sonsuzluk
farketmezsin gizliden gizliye kanına işler
artık düşümde gelincikler
içimde gencecik yeni bir keder var
ölümü düşündükçe sen
seni düşündükçe yaşamak geliyor aklıma
diyorum senin de en az benim kadar için yanar
hala senin içindir dolandığım bütün sokaklar
hala yüreğim çocuk
hiç böyle sevmedim sonsuza kadar
içimde gencecik yeni bir keder var
içimde gencecik yeni bir bahar
delirir gözyaşını silerim bebek
ve sar beni artık akdeniz’e sar
kırklara karışır giderim bebek
kırk yılda bir sonsuza dek göz kırptım
sen çağla gözlerini kaçırdın bebek
suç benimdi belki yazgıma çarptım
sen bütün aklımı uçurdun bebek
uçurdun karanlığa sevdanın kuşlarını
susuşlarını koydun önüme yeni yokuşlar koydun
gittin ufkun en varılmaz yerinde durdun bebek
yüreğimi yalnız sen vurdun bebek
ve sonunda içirdin bebek
sütü çığlık çığlık avcunla akdeniz’den
sana hiç küsemedim ağır bir acı sözden
geldin canıma girdin bebek
iste giderim dönüşürüm rüzgara
giderim sonsuzlaşır kederim
aşktan bir dilek aşktan bir dua
kırklara karışır giderim
bırakarak sana kendimi herşeyim senin olsun
al hepsini iyi sakla işte bu geçmişim işte bu geleceğim
ve sakın unutma seni nasıl ve ne kadar sevdiğimi
arkadaşım sırdaşım canım bebeğim.
kırk yılda bir… III
bana gözyaşlarını gösterme hiç Akdeniz
gösterme deniz kızlarının gözlerinde maviyi
mümkün mü artık söküp çıkarmak bu yarayı bu tenden
şiirin yüreğinden bu ateşten çiviyi
bir çığlığa kat da söyle aslında nedir iyi
nedir içim yandıkça inadına küllenen
çözsem diyorum artık bu sonsuz bilmeceyi
nedir bana göre hayat
kimim ben
meğer benim gözyaşlarım değilmiş bütün şarkılarda
nakarat
aşkın karanlığında gizlenen bir yazgıyla
hayata bir soruymuş kırkyıldır süren hayat
bense uçurumlarda hep aynı bir rüyayla
yağmura göre bir adam sandım kendimi çoğu zaman
eylül ve nisan aylarında yüreği bir dağılan
ve söyleşip duran tanrıyla dolunayla
sonra dağlara göre sandım kendimi sonra denize göre
rüzgarlarla yarışan doru bir tayla
derken ne eylüldü ne nisan
sımsıcak bir yürek ve sıcak bir haziran
çıldırabilir sonsuz sevince insan
sonsuz bir şarkı istiyordum bir aşk fısıltısından
oysa ben buna göre de değilmişim neye göreyim
hiçliğin şiiri mi kırk yılın arkasından
nerdedir yerim
kalmışken yüreğim onun ateşten yüreğinde
nereye nasıl giderim
ne yaşarım yarına
bakabilir miyim akdeniz’in gözyaşlarına
yağmurunda yıkandığım uğrunda yandığım düşler
nice yalanı gerçek sandığım düşler
tutmazlar şimdi elimden
yazgım sır vermez bana
artık kırklara karışır giderim
ve saklar sırrını hayat
gözyaşlarına
gözyaşlarına…
hayatı özlüyoruz sayın başbakan
artık ne yalnızca bir şiiriz hiçbir kayda sığmayan
ne de gözyaşından bir nehir giderek buharlaşan
kayıt dışı birer can
karanlığa parçalanan uçsuz bucaksız birer mavi
son soluk son heyecan
ve birazdan buz tutacak kan
birazdan unutacak bu şiir de bizi
hayatı özlüyoruz sayın başbakan
görünmez kararmış bir yarayız sonsuza doğru kanayan
beynimizde boynumuzda karanlığın elleri
dizeler başına buyruk çığlıklar kaldı bize gayri safi milli hasıladan
başına buyruk çığlıklar çünkü yoktur şiirin generalleri
ne aşkın ve hakikatin sınırsızlığı ne de sonsuzluktaki insan
yok ve büyülü bir talanda yutuldu alınlarımızın terleri
hayatı özlüyoruz sayın başbakan
çağıran neydi çanakkale’de düşenleri
neydi büyük ve sonsuz gerçek gönülleri çıldırtan
ya şimdi ömrümüzü kurtlar sofrasında bölüşenleri
nedir böyle azdırtan
pusuda zaman ve ölümün bütün bileşenleri
hayatı özlüyoruz sayın başbakan
bilmiyoruz gecenin kaçı ve ne kadar var sabaha
bir yüzyıl ki her yanda o metal o dijital ejderha
ve çağdaş tanrıçalara kurban edilirken sevdalılar
kim neye muhalif kim aslında iktidar
bilmiyoruz ayağa kalkar mıyız bir daha
yüreğimizi çıkarıp ortaya koyacak kadar
yeniden kanımız deli deli akar mı
öper mi şiirleri şarkılar
bir yanımız çığlık çığlık yakarırken Allah’a
bir yanımız çığlık çığlık intihar
bilmiyoruz mevsim gerçekten bahar mı
alır mı atıldığımız boşluklardan bizi yeni bir rüzgar
bu şiir yüzünden borsa tavan yapar mı
sarsılır mı dengeler dibe vurur mu dolar
artık ne yalnızca bir kelebeğiz yağmurlarda ıslandıkça çırpınan
ne de çaresizce özgürlüğe el çırpan
yağmalanmış birer can
birer keder yığını
son fısıltı son isyan
ve birazdan buz tutacak kan
birazdan yutacak bu zindan bizi
hayatı özlüyoruz sayın başbakan
bilmiyoruz bir daha ki bakanlar kurulu toplantısında
hayatla buluşturabilir mi bizi yepyeni bir gündem
tutuşturabilir mi yeniden içimizde küllenen ateşleri
tutuşturabilir mi ruhumuzu yeniden gözlerimizdeki nem
uyanabilir miyiz uykulardan
doğrulup yıkıntılar arasından döner mi yeniden evine ülkem
o zaman belki yaşamak fışkırır tırnakla kazdığımız kuyulardan
karışır sımsıcak kanıyla hayat belki yeni bir güne
karışır birbirine ruhlarımız tek yürek tek can
yepyeni bir şiir okunur bütün yasaların üstüne
artık aşktır özgürlüktür inançtır ayaklanan
artık ne kanımızda buz
ne karanlıkta yolumuz
hayat oluruz sayın başbakan
bu ara
artık yalnayak çırılçıplak çocukların ruhuyum
basarken yüreğimi bu ateşten kumlara
kusacak şehrin kuytusunda ihanet
kusacak acısını karanlık kuyum
koyarken alnımı uçurumlara
ve ben şiirler kurban ederken seni seviyorumlara
kedere batmışken öyküm
kanatmışken içimde yeni bir yara
çıkamam yağmurlara
çıkamam öyle yapayalnız
öyle boynubüküğüm bu ara
ne bayram ne tatil ne izin
uzak yollardan
karışmak için mi geldim kumlarına akdeniz’in
sığınmak için mi dalgalara
ne şiir çare artık ne üst üste sigara
ya gerçek değil benim gördüğüm
ya ben çok kötüyüm bu ara
şimdi
dünyaya en çok yakışan ölüm
ve bana yazgı olan aşk
nasıl barışabilir
öpüşür mü bir daha karanlıkla şafak
paylaşır mı yeniden şiiri günüm
ateşten bir dilim olmalıydı herşeyi söyleyecek
ya da konuşan bir gülüm olmalıydı sana verecek
ya da sen hiç susmamalıydın
işte karanlığımdasın
düşlerimde bağrımdasın
yazgımsın sen son sınavım son aşkım
bazen küçük kardeşim bazen ilk aşkım
sen bütün aşklarım çocuk yanıma annem
yüreğimdeki cennet kanımdaki cehennem
susma artık bakıp bakıp uzaklara
şimdi seninle gerçekten yaşamak vardı
ve şiiri tam burada bırakmak
ve çıkmak
yağmurlara
yağmurlara.
belki de son/suzluk
ne böyle çatlarcasına hıçkırmak
ne gözyaşlarından binlerce ırmak
uçurum başında haykırmak vardı
kapanmadan şiirlere yaşamak
belki de sonundayım şiirin
bir yıldız geceden yapayalnız kayacak
kilitlenecek artık çenemde hayat
kilitlenecek artık
sımsıcak sağnaklara tutulan ömrümün kapıları
ve ben bütün ihanetlere inat
neyle uğraştıysam yıllarca ne düşündüysem gece yarıları
ne biriktirdiysem içimde kat kat
yangınlar, insanlar ve onların sakat tanrıları
ve bulduğum her neyse
bulunmayandı hakikat
uçurum başında haykırmak vardı
yağmurlar beklemez ben gidiyorum
sevgiyi sevgiden ayırmak vardı
biri yokluk biri sonsuz uçurum
karışacak aşklara şimdi yeni bir mevsim
karışacak birbirine günlerin çetelesi
burda kalacak şarjörü boş bir tabanca gibi cesedim
burda kalacak suyun ve güzel kızların sesi
artık ne karanlığa yıldızları çağırmak
ne rüzgarla öpüşen atların yelesi
ve kapandıkça kapıları şiirin
kapanacak şiirlere yaşamak