Ey sevmenin en sınırsızı, en mertçesi
Ey aşk, ey uçsuz bucaksız deniz, başkası hep masiva
Anlatmaya yetmez seni hiçbir özgürlük efsanesi
Ne Nevroz, ne Ergenekon, ne Demirci Kava
Ey aşkın en Türkçesi, en Arapçası, en Kürtçesi
Ey bu toprakların mayası, ey Büyük Dava”
Kimse kolay kolay bunun aksini iddia edemiyor.
Evet, Türkiye’nin dış siyasetinde köklü bir değişim yaşanıyor ve bunda Ahmet Davutoğlu’nun büyük etkisi var, bu tartışılmaz.
Ancak bunun Türkiye’ye uluslararası ilişkilerde önemli mevziler kazandırıp kazandırmadığı, Türkiye’yi ne ölçüde etkin kıldığı tartışılabilir.
Elbette bugün Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada daha etkin roller üstlenebiliyor olması hiç şüphesiz en çok da, Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” yaklaşımıyla açıklanabilir.
Türkiye’nin dış siyasetinde olması gereken süreklilik unsurlarını ve tarihi arka planı çok ustaca anlatan, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerine ciddi eleştiriler getiren “Stratejik Derinlik”, 2001 yılında kitap olarak yayınlandığında bunun hem karar vericiler için hem de bilim ve siyaset çevreleri için çok büyük bir katkı olduğu söylenmişti.
Kitap, tüm ilgililer için alanında ufuk açıcı olduğu kadar, umutlandırıcı, yüreklendirici ve heyecan vericiydi de.
Bu umudu, bu cesareti, bu heyecanı daha da artıran ise Başbakanın, Davutoğlu’nu Uluslararası İlişkiler Başdanışmanı olarak görevlendirmesi olmuştu.
Bu defa herkeste heyecanla birlikte bir merak başlamıştı, herkesin kafasında bir acaba?
Artık, Türkiye’nin dış siyaseti bir “Stratejik Derinlik” kazanabilecek miydi?
Artık çok kulvarlı, çok boyutlu dış siyaset; özgürlük-güvenlik ilişkisi ve dengesi; komşularla sıfır problem,; ritmik diplomasi ve yeni diplomatik üslup gibi yeni ilkeler, Türkiye’nin dış siyasetine hakim olabilecek miydi?
Türkiye, bu denli köklü bir değişimi gerçekleştirebilecek miydi?
Türkiye’nin uluslararası ilişkilerine başdanışman olarak yön veren Ahmet Davutoğlu, şimdi Dışişleri Bakanı ve bu soruların cevabını alabilmek için Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde bugün nereye geldiğini görebilmemiz gerekir.
Dış siyasette; çok boyutlu, çok kulvarlı ilişkilerde çok önemli mesafeler alındı.
Artık Türkiye, Davutoğlu’nun ifadesiyle “ne Avrupa ile ilişkilerimizi Amerika’ya bir alternatif, ne komşu ülkelerle ilişkilerimizi Avrupa’ya bir alternatif, bunların hepsini büyük bir resmin içinde birbirini tamamlayan faktörler olarak görüyor.
Artık, Amerika’yla ilişkilerinde Amerika’nın patronluğunu reddeden, AB ilişkilerinde de AB’nin buyurganlığına karşı çıkan, daha etkin davranan bir Türkiye var.
Artık, Kıbrıs’ta, Ortadoğu’da, Kafkasya’da ve Afrika’da çok daha etkin ve bu etkinliğini artırarak sürdürmeye, tüm mazlum coğrafyaların hamisi olmaya kararlı bir Türkiye var.
Artık, milletçe hayal ettiğimiz Büyük Barış Ülkesi’ne doğru zor ve belki de uzun sürecek bir yürüyüşü başlatan bir Türkiye var.
Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” yaklaşımının kitapta kalmayarak her şeye rağmen uygulamaya konulduğunun sevindirici işaretleri bunlar.
Her şeye rağmen diyorum, çünkü süreç ve şartların da uygunluğuyla dış siyasette köklü değişimler gerçekleştiren bu Türkiye’nin yanında bir de “öteki Türkiye” var.
Değişime, gelişime inatla direnen bir öteki Türkiye…
Tam özgürlük, tam adalet taleplerine Darbe Anayasası ile direnen bir öteki Türkiye…
Etkili, geniş ufuklu yaklaşımıyla; öncülük ettiği görüşme ve düzenlemelerle Türkiye’nin uluslararası itibarını artıran, kendimce bir siyaset adamı olmaktan çok bir bilge devlet adamı olarak anmak istediğim Ahmet Davutoğlu gibi insanları hala anlamamakta direnen bir öteki Türkiye…
Davutoğlu’nun önayak olmasıyla 2003 yılında ilki yapılan ve bugün Irak sorunun çözümünde uluslararası kamuoyunun tek işlevsel düzlem olarak gördüğü Irak’a Komşu Ülkeler Toplantısı gibi önemli birçok Türkiye inisiyatifini görmemekte direnen bir öteki Türkiye…
Hamas’ın unutulmaz seçim zaferinin ardından Halit Meşal’in Türkiye’ye davet edilişini Davutoğlu’nun kendilerince aşırı dinciliğine yorarak, Hamas’ı da terör örgütü ilan ederek, bu adamı nasıl davet edersiniz, İsrail’e karşı bunu nasıl yaparsınız, diyebilen bir öteki Türkiye.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta İsrail’e karşı sert çıkışına büyük bir panikle eleştiriler yağdıran, Dışişlerinin eski Monşerlerinden kurtulamamış bir öteki Türkiye.
Evet, işte bu öteki Türkiye’ye rağmen, uluslararası ilişkilerde 10 yıl önce hayal bile edilemeyecek rolleri bugün üstlenebilen, sözünü dinletebilen bir Türkiye var.
En önemlisi de bölge ve dünya barışına eskiden olduğu gibi öncülük edecek yeniden Büyük Barış Ülkesi olmak isteyen bir Türkiye var.
Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” yaklaşımında bunu görmekle birlikte ben ayrıca yakın bir geçmişte bu yılın Mayıs ayında Avrupa Günü dolayısıyla yaptığı bir konuşmasından birkaç cümle aktarmak istiyorum.
Diyor ki Davutoğlu, “Türkiye’nin kültürü öylesine zengin bir kültürdür ki, bu kültürün dilinin temel referans kaynağı olan Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat-it Türk’ü, bugün Çin sınırları içinde kalan bir coğrafyada yazılmıştır.
Bu kültürün mimari zirvesini oluşturan Tac Mahal ve edebi klasiğini oluşturan Babürname, Hint’de ortaya çıkmıştır.
Siyasi kültürün temelini oluşturan Selçuklu’da Nizamülmülk, İran ve Mezopotamya’da yazılmıştır.
Çok büyük edebi zenginliğe sahip Mevlana ve Yunus Emre’nin manevi boyutu da içeren güçlü halk kültürü Anadolu topraklarında yeşermiştir.
İstanbul’da Baki’de, Itri’de gördüğümüz edebi ve musiki zevki, Mimar Sinan’da gördüğümüz mimari zevk, Avrupa içinde Avrupa sanatını da etkileyen, o mimariyle o fiziki anlayışla bütünleşen bir etki oluşturmuştur.”
Geçmişten geleceğe neredeyse bütün zamanları ve bütün toprakları özenle tarayan bu kuşatıcı bakış açısının nasıl bir “Büyük Barış Ülkesi” hedeflediğini tahmin etmek zor değil.
Ancak bu hedefe doğru yol almanın hayli zorlu ve meşakkatli olduğu da bir gerçek.
Zorlu ve meşakkatli çünkü önümüzdeki dönemde bütün sınırların değişeceği, haritaların yeniden çizileceği konuşuluyor artık ve Türkiye’nin stratejik konumu tüm hassas dengelerin neredeyse nirengi noktası.
Yeni dönemde elbette Türkiye artık bölgesinde belirleyici ülke olmak istiyor.
Amerika ise tökezleyen patronluğunu toparlayarak yeniden sürdürmek istiyor.
Türkiye’nin terörle mücadelesine bir türlü samimi destek vermeye yanaşmayan ancak sonunda pes eden Amerika, bu kez çaktırmadan terörü Türkiye’nin başına nasıl bela ederim de tekrar patronluğumu kabul ettiririmin yeniden hesabını yapıyor.
Devrimden beri “merg ber Amerika, kahrolsun Amerika” diye haykırarak kendisine kafa tutan ve Türkiye’yle her geçen gün daha da yakınlaşan İran’ı da fırsat buldukça karıştırmayı ihmal etmiyor.
Bir yandan gizli gizli elinden geleni ardına koymayan Amerika, bir yandan da Obama ile tüm dünyaya yepyeni ve barışçı bir Amerika görüntüsü pazarlamaya çalışıyor.
Rusya da boş durmuyor tabii.
Bütün bu hengâmede Türkiye ise bir yandan yeniden Büyük Barış Ülkesi olmanın tüm imkân ve fırsatlarını en iyi şekilde değerlendirmeye çalışırken, bir yandan da darbe anayasasını değiştirmeye, hak ve özgürlükleri, adaleti tam olarak gerçekleştirmeye, terörü etkisiz hale getirmeye çalışıyor ve bunun için de öteki Türkiye ile uğraşmak zorunda kalıyor.
Ortalığın belki de iyice karışacağı önümüzdeki dönemde, Ahmet Davutoğlu’nun işi ne kadar daha zor olacaksa, “Stratejik Derinlik” de o kadar daha anlamlı ve önemli olacak.
O yüzden diyorum ki gelin, gündemden düşmeyen “Demokratik Açılım”dan “Küresel Ekonomik Kriz”e kadar ülkemizde, bölgemizde ve dünyada bugünlerde çokça konuşulan bütün konuları, bu defa da bu açıdan bakarak anlamaya çalışalım.
Bugünden sonra, olayların nedenleri, nasıllarını ve sonuçlarını yorumlayışımızda, son derece anlamlı ve önemli olan bir “Stratejik Derinlik” olsun.